Emziren Anne: Ocak 2015

Ocak 31, 2015

Anne sütünü Arttırma Yolları

Anne sütünü ne arttırır?

Fellik fellik google amcaya sorup karıştırdığım, kitapları blogları taradığım soru buydu. Türlü türlü karışımlardan çaylardan içmeyi tavsiye edeni de var, hap almayı tavsiye edeni de.

Şimdi benim deneyip kesinlikle etkili olduğunu düşündüğüm sütü arrtıran bir kaç yöntemden bahsedeyim;

1- Uyku: İlk günlerde bu çok zor elde edilen bir fırsat, farkındayım. O  yüzden ne zaman bebek uyudu, anne hemen uzansın. Uyuyamıyorsa bile uzansın dinlensin. Onun bile faydası olur. 

2- Su: Herşeyden daha fazla belki de suyun etkisi var. Bol bol su. Ne zaman mutfağa gitseniz koca bir bardak doldurup için. Ben yarım litrelik arjantin bira bardaklarından bir tanesini zaten hamileliğim sırasında su bardağı olarak ele geçirmiştim. Hamileyken alıştığım bu su içme alışkanlığı çok işime geldi. Halen devam eder. Ne zaman Murat'ı emzirmek için alsam kucağıma çölden çıkmış gibi susarım. Sanırım kendimi koşullandırdım. Her emzirmede deli gibi susuyorum ve deli gibi su içiyorum.

3- Dereotu: En sağlıklı süt arttıran gıdalardan biri. Ben de her sabah kahvaltıda ve aksam yemeği her neyse ona serpiştirip yiyorum. Dolapta hep yıkanmış hazır bulunan demetlerim var; ordan dal dal alıp serpiştirmek çok zaman kazandırıyor.

4- Susam / Tahin: Bence yarıyordur. Hele tahin! of of of çok yarıyordur yahu... evet evet :) Ben çok yedim; kilo da yaptı, yalan yok. Ama bir zararını da görmedim. DİKKAT:  Alerjen besindir susam. Dolayısıyla bebeğin kakasını takip etmek lazım. Her hangi bir değişiklik görürseniz yemeği keserek, bebeğin sindirimine alerjik bir etki olup olmadığını gözlemleyin.

5- Boza/ Buğday : Buğday ve türevi her hangi bir şey etkili diyebiliriz. Özellikle bir kış annesi olduğum için bol bol boza içtim tarçınlı. Çok keyifli oldu:)

6- Kaynar: Bu tarif meğersem Güneydoğu illerinde lohusa şerbeti olarak verilirmiş. hiçbir fikrim yoktu ama çok lezzetli buldum ben. İçinde tarçın karanfil, yenibahar, havlıcan, zencefil ve zerdeçal  var. Bunların hepisini kök ve tane olarak alıp bir tülbentle kaynatıyorsunuz. Zaten lohusa şerbeti gibi renk veriyor bordo. Tadı acı ama. Balla ya da ceviz fındık kırırarak içine içebilirsiniz. Ben sade haliyle içiyordum sıcakken de soğukken de. Missss :)

Şimdi gelelim sütü en fazla arttıran şeye. Bütün bu yukardakiler arttırmaya yardımcı olur, evet. Ama bir aktivite var ki sütü varlığıyla kat kat arttırabilir yokluğuyla kesebilir. Nedir o ? Emzirmek! Evet. Emzirdiğiniz sürece sütünüz gelir arkadaşlar. Sırf bu yüzden birçok annenin ilk aylarda sütü kesiliyormuş. Çünkü bebeğin sürekli ağlamalarını açlık olarak algılayıp ona sürekli memeyle beraber mama veriyorlar ve bebeğin uyuduğunu görünce "aaa baksanıza açmış bebek meğersem" deyip mamayı arttırdıkları için bebeğin memede kalma zamanı azalır ve zamanla vücut süt üretimini azaltarak keser. Bu çok çok önemli bir nokta. O yüzden okuduğum her kitap, her blog aynı şeyi yazıyor.


BOL BOL EMZİRİN. Bebek sütünüzü arttıracak en önemli etkendir. Bebeğin çekiş gücü her hangi bir pompadan da fazla olduğu için, pompanın yapacağı etki bile bebeğin emiş gücü yanında marjinal kalacaktır. Dolayısıyla sakin olun, rahat olun; bebeğinizi memeden ilk 3 ay ayırmadan gezebilirsiniz:) Benim ilk zamanlar doğum kilosunun yüzde 10 undan fazlasını vermiş bir bebeğin annesi olduğum için başı kopmuş tavuk gibi "ne yapmalı da sütü arttırmalı" diyerek aranmayın:) Ben bile sakinleşip sütümün fazla olduğuna odaklandım, emzirdim emzirdim. Pek uyuyamadım ama bol su içtim. Sonuç: Halen sadece anne sütüyle beslenen kilosu boyu gayet yerinde sağlıklı bir bebek ve mutlu huzurlu bir anne :)


Ocak 29, 2015

Puset Annesi ve/ya da Sling Annesi

Böyle bir ayrım varmış arkadaşlar. Akademik literatürde çarpışan teoriler gibi, çarpışıyormuş bu iki akım. Pusette bebeğiyle dışarı çıkamaktan keyif alanlar ve taşıyıcıyla dışarı çıkmayı tercih edenler birbirlerine omuz üzerinden bakıp dudak bükerlermiş a dostlar.

Ben daha önce yazdığım gibi Murat'ı evde wrap slingle taşıyorum zaman zaman. O da alıştı bu şekilde gezmeye. Ama dışarı hava almaya çıkarken arabada ana kucağında uyuyakaldığı için aynen alıp pusetine takıyoruz; dolayısıyla pusette gezdiriyorduk. 

Sonrasında geçenlerde bir anne blogunda rastgeldim bu ayrıma. Düşündüm bizim durumu. Valla Murat Batman gibi, çocuk evde ayrı muamele istiyor dışarda ayrı :) Zaten son günlerde şu 14. -19. hafta atağını yaşıyoruz, evde onu taşımaktan belim çıktı. Dolayısıyla adamın uyumadığı zamanının çoğu benim kucağımda geçer oldu son 2-3 gündür. 

Bugün kafamda bu konu da var; dışarı çıkmadan dedim ben taşıyıcıyı da alayım. Uyanırsa pusetten alırım kucakta taşırım. İndik sahile. Hava mis. Ne sıcak ne soğuk, hafif bir ayaz:) Tam benlik hava aslında. Çok özlemişim alıp okuyacak bir kaç şey, bir yere çöreklenip saatlerce kalkmamayı. Bakalım ne zaman kısmet olacak.

Neyse, iyi ki de almışım. Murat uyudu uyandı, bir süre daha dayandı ana kucağında ama öyle yattığı yerden etrafa hakim bir görüşü olmadığı için derhal kendisini gözetleme kulesinin tepesine almamı buyurdu bana. Ben de çıkardım taşıyıcıyı aldım kucağa beyimi. Gittim puseti de arabaya koydum. Pek rahat oldu. İki elim bana kaldı; içim kazındı, tost yiyip su bile içtim Murat kucaktayken:) Kısacası evdeki konforu yakaladım:) Kendi kendime söylendim, "e be Esra, ne demeye yoruyordun kendini koca pusetle" diye. "Bundan sonra varsa yoksa kanguru !" ....dedim ve Murat esnedi. 
Bu bir. Oh ya süper. Murat burda uyur bile. Biraz da şöyle yürüyeyim. Murat yine esnedi. Bu iki. Ah çok iyi temiz hava nasıl da iyi geldi. Hemen uyuyacak herhalde. Normalde evde 3. ile 4. esneme arası uyur. Bakalım burda da öyle uyuyacak mı?

...

Sonuç: 4. esnemeden sonra Murat uyudu evet ben henüz acemi olduğum için bu havaya göre çok sıkı giyinmişim. İkimizi bil sırılsıklam edip terden hasta etmemek için koştura koştura arabaya gittim ve eve döndüm. 

Mnayaklığımı fotoğraftan da görün diye koydum. Çocuğun kıyafetinin üstüne polar tulumu giydirmişim, üstüne kanguru. Üstüne yün atkımla sarmışım ikimizi de. Ben onun üstüne bu pofuduk montumu giymişim ve kafada yün bere. Bir de yürüyüşten dolayı vücudun harareti eklenince buyrun size hastalık reçetesi. 


Kıssadan hisse: Dışarı çıkarken 3728873 tane çantayla çıkan ebeveynlere güldüğün zamanları hatırla. Titre ve af dile kadın!


Ocak 28, 2015

Süt Annesi Oldum :)

Dün işe dönemeyişimden bahsetmiştim. Ama ben işe geri döneceğim diye doğduğu günden beri süt sağıp dolaba atıyorum. Buzluk alt katı olduğu gibi süt dolu. İşin kötüsü bozulma zamanları da yaklaşıyor. 

Hem Tomris'in Emzirme Notları'nda yazdığı üzere hem de Zeynep Kamil Hastanesi'ndeki Gebe Okulu'nda Özlem Ebe'den öğrendiğim üzere "3-3-3" kuralına göre süt saklıyorum. Başka bir deyişle; oda sıcaklığında 3 saat, buzdolabında 3 gün, buzlukta (-15) 3 ay kalabiliyor sütler. Eğer -18 derece derin dondurucunuz varsa 6 aya kadar durabilir hatta. 

Ben en iyisi notumu alayım ve bu sağma meselesini ayrıca yazayım.

Peki her gece sağdığım sütler ne oldu? diye soracak olursanız. Mükemmel bir olay oldu geçen hafta. Tam sağdığım sütler 3 aylık dayanma sürelerini doldurmaya başlayacak bir kaç hafta sonra diye karalar bağlamaya başlamıştım ki, çok şeker bir kız çıkardı hayat karşıma. 

Prematüre olarak 590 gr. doğmuş ama 1.5 kiloya azmetmiş çıkmış tam bir savaşçı kız :) Anasının kuzusu:) Halen yoğun bakımda olduğu için, annesi de kızını sadece 2 kez kucaklayabildiği için ve üzüntüden sanırım sütünün çoğunu kaybetmiş şimdilik. Ama eminim minik savaşçım çıkınca küvezden annesinin memeler akacak:) Hayat benim yolumu annesiyle kesiştirdi ve böylece Murat'ın süt kardeşi oldu. Bütün stoğumu verdim miniğe; çok ama çok sevindim. Yazarken bile içim taşıyor mutluluk gözlerimden akıyor. Annesi hemşireler istedikçe sütleri hastaneye götürüyor ve kızımıza veriliyor. Umarım yarar, şifa olur bol bol kilo olur ve annesinin koynuna kavuşur kısa zamanda. Ben bir bebeği başka hiç bir yere yakıştıramıyorum, bırakın küvezi, yatağa bile yakışmaz onlar. Varsa yoksa anne kucağı.

Şimdi ondan güzel haberler bekliyorum, Murat'la yazın onları da alıp parka gitmeyi umuyorum.


Bunu okuduktan sonra çocuklarınıza gidin bir sarılın, öpün koklayın. Benden size hediye olsun evlat kokusu:)

Ocak 27, 2015

E İşe Dönemedim Ben? :(

Ben akademiden önce son çıkışı kullanıp Siyaset Bilimci ceketimi evlendikten sonra dolaba kaldırmıştım. İlerde birgün bebeğim olursa o büyürken ben de belki doktoraya dönerim demiştim (Buradan ne kadar da rasyonel planlar yaptığım belli oluyor sanırım:) ). 

Bu arada da liseden beri devam ettiğim, bir nevi kendi cep harçlığını çıkarma olarak gördüğüm özel ders verme işine devam ediyordum. Bir sonraki adımımı planlayana kadar bu işle idare edeyim derken ana işim oldu; iyi de oldu. 

Genellikle ingilizce sınav hazırlığı ve orta okul / lise öğrencilerine sosyal bilimler dersleri olmak üzere, orta okuldan master derecesine kadar değişen yelpazede öğrencilerim vardı. Ufaklarla çok keyifli vakit geçirirken, büyüklerle de entellektüel nefsimi tatmin ediyordum. 

Özellikle sosyal bilimler dalında çalışanlarla kendi sosyal bilim açlığıma iyi geliyordu. Hamileliğin 9. ayına kadar çalıştım. 38. haftamda Eylül ayının sıcağında hala Kadıköy'de sırtımda çantam elimde buz gibi bir meyveli içecek koştur koştur derse gidiyordum. Soran öğrencilere de "ben Kasım bilemedimin Aralık ayında dönerim derslere, dayanamam evde" diyordum (Ay yazarken kahkaha attım:)). Tabii gerçeklerle yüzleştim Murat doğunca:) 

Ya sen nereye gidiyorsun e be saf kadın? Bebeğin biberon bile almıyor; sen onu bırakıp derse mi gideceksin bir de? :) İnsan yazarken gülüyor, ben düşünürken bile ciddi kalabilmişim, tuhaf doğrusu!

Planlar tutmadı ve Murat 3.5 aylık oldu ancak ben hala kendisinden 1 saatten fazla uzaklaşabilmiş değilim. en fazla 3 saat uzak kalırım herhalde çünkü adam dolaba koyduğum sütleri bile biberonla içmiyor. Gece uyurken, çok açken ben ortamda yokken her türlü denedik; yok! Adam tam bir gurme! "Yemezler! O sütü içiremezsiniz koçum orda tazesi varken" havası var atarlı adamın. Çok üzülüyordum bu duruma içten içten. Ben ne planlar yaptıydım halbuki. Derslere başlamayı hevesle bekliyordum ama olmadı. Halen yakın gelecekte işe geri dönüş tarihi belirleyemiyorum.

Bugün annemle oturup kafa patlattık, ne yapsak nasıl bir produksiyon yapsak da ben Murat'ı da huzursuz etmeden derslere geri dönsem diye. Bir çıkar yolu bulamadık. Bakalım bir ay daha bekleyelim.

İçten içten tırmalıyor beni bir şeyler. Çok hareketsiz kaldım, potansiyel enerji birikmesinden zehirleneceğim:) Durun bakalım çıkacak bunun altından bir şeyler ama ne?

Sevgiyle, mantıkla yapılan planların gerçekleştirecek hayatlarınız olsun canlar :)

Ocak 24, 2015

Bebekleri Sarmasak da Saklasak?

Oda ısısı olmuş 25, çocukta 2 kat kıyafet. Üstüne çocuk battaniyeye sarılmış, ağlayınca da "Üşüttük mü acaba?". Evet Üşütmüşsünüz, kafayı resmen üşütmüşsünüz!" 

Bu benim de bundan 2.5 ay önce olduğum gibi bir çok yeni doğum yapmış annede ve evde ona yardım etmek için gelen annede/kayınvalidede ortaya çıkan çocuğu sarmalama takıntısına bir cevaptı. Bir nevi 2.5 ay önceki lohusa Esra'ya söylenesim geldi.

Ben çabuk atlattım da; halen kayınvalide ve kayınpederi alıştıramadık çocuğun aslında üşümediğine. Her gelişlerin de "aah yavrum, elleri mi üşümüş acaba?" diye soruyorlar; ben de "Yok anne; ellerinin soğuk olması üşüdüğü anlamına gelmiyor. Ensesine bak; sıcaksa sorun yok" diyorum:) Onların da içi rahat etmiyor ama artık söylemeden de edemiyorlar ama bize karışıp müdehale de etmek istemiyorlar :) Onlar için tam söylesem tesiri yok, söylemesem içim razı değil durumu oluyor. 

Okudum okudum. Sordum doktorlara , benden evvel doğum yapmışlara. Ya bu çocuk kaç derecede dursun? Ne giydirelim. Zannettim ki bu bir bilim dalı, tek cevap gelecek, benim de içim rahat edecek. Nerde! Türlü türlü cevaplar geldi. Ama doğrusunu sonunda öğrendim. Şimdi;

Çocuğun odası 22-23 derece olacak en fazla. Daha sıcak olursa çocuğu basıyor gerçekten. He bu 22 dereceyi buldurdum o zaman "3857473 kat da giydireyim pek soğuk çünkü" demek yok. Bu çocuk lahana değil; kat kat yapmayın. Bir body bir tulum yeter penye. 

Gece 22 23 fazla bile aslında hatta. Şunun için önemli: Havanın nem oranının çok düşmemesi için çok sıcak olmaması lazım. Odadaki hava kuru olursa çocuğun burnu tıkanır nefes alması zorlaşır, ne doğru düzgün emer, ne de uyuyabilir o zaman. doğru oran %40 - %60 arası olmalıymış. Bunu nasıl anlarım derseniz, odasına bir termometre alın derim. Eczanelerde bulabilirsinz. Ebebekte de bir kaç marka var. Ben weewell'in saatinden aldım. Hem nem ölçer hem de termometre göstergesi var. Bizim ihtiyacımızı görüyor.




Biz de denedik. çok küçükken ilk ay sarmalıyorduk oğlanı. Yenidoğan bu kendini ısıtamaz sar babam sar kafasındaydık. O kafayı neyseki değiştirdik. İlkin Göksel'e anlatamıyordum ne kadar sıcak olduğunu. O da Murat'ın vücudundaki yenidoğan sivilcelerinin aslında sıcaktan isilik olduğunu anladığında ve evi soğuttuğumuzda çocuğun cildinin normale dönmesi sonucu kabul etti. O gün bugündür evi 23'ten yukarı çıkartmamaya çalışıyoruz. Her petekte de suluk var; nem makinası yerine koyduk. O nem yaparlar havada tozu döndürüyorlar çok bence; o yüzden ıslak havlu/suluk koymayı yeğledik.

Bir de bu sıcaklıkların doğru olduğunu ve az giydirmenin doğru olduğunu nerden anlıyorum biliyor musunuz? Murat'ın üstünden her bir parça çıkardığımda adam mutlu oluyor. Her aksam banyo zamanı keyif içinde Murat. Altını değiştirirken yanlışlıkla çorap çıksa kendinden geçiyor:) Hemen şap şap bacaklara vurmalar dizii tutmalar. Ben de çıplak popo zamanı yapıyorum. Hemen bezi kapatmıyorum, oynuyoruz öyle şap şap:)

Hem bebek soğuğa alışsın, vücudu kırılgan olmasın soğuğa karşı; hem de siz her banyoda içerde bir yerlerde bir bebek bulacağım diye sayfa sayfa soymak zorunda kalmayın. 

Kural basit: Sen ne giyiyorsan o. Bazıları sen ne giyiyorsan onun 1 kat fazlası der; o da olabilir eğer içiniz rahat etmeyecekse. Ama siz evde t-shirtle geziyorsanız bebek de 2 kat olsun en fazla. Ya da dışarı çıkarken siz montla çıkıyorsanız, bebeği mumyalamayın; ona da 1 mont giydirin kafi :)

Ocak 22, 2015

Yasını Gülen Gözlerle Tutana Anne Denir

Güler, gülümser bir şakacı,
Güldürür, düşündürür,
Arada bir durur, gözleri dalar,
Neler söyler, neler susar...
Yoksa, çok acı bir şakayı
Şakadan da olsa,
Çok yalın bir karanlığa mı saklar?
oynadığı oyunsa,
Yaşamda oynadığı,
Oyununu mu yaşar..
Oyunda yaşadığı,
Yaşamını mı oynar..
Yaşarcasına, oynarcasına.
Öyküler anlatır olmuşcasına,
Sonunu mutlu bağlar,
Gider evinde ağlar

Özdemir Asaf

Lise yıllarından beri en sevdiğim şairler arasında Özdemir Asaf. Şakacı da en özel şiirlerinden biri bence. Son birkaç haftadır zor zamanlar geçiyor; tekrar hatırladım tekrar tekrar kafamda okudum.

Hayatımda geçirdiğim en kötü yılbaşını geçirdim. Babamı kaybettikten sonra baba bildiğim mavi gözlü koca adam, şirin insan, eniştemi de 2 hafta önce 15 günlük yoğun bakımdaki savaşının ardından kaybettim. İlk hastaneye yatışından beri pek umutlu konuşmuyordu doktorlar zaten. 15 gün dayandı canım benim; sonra da yoruldu heralde, uykusu geldi, uyudu.

Her kayıp zordur, hele ki insan hayatında eniştem gibi sevimli, yumuşak mizaçlı, gözlerinden sevgi akan, gülüşüyle odayı sıcacık yapan birini kaybettiyse daha da zorlanır. Zorlanır da acısını yaşayamazsa işte o zaman daha da zorlanır.

Haberi aldığımdan beri doya doya yasımı tutamıyorum. Murat görse ne olur küçücük daha demeyin; ondan değil. Ben Murat'a bakarken ağlayamıyorum. Onunla her göz göze gelişimde bana aynı eniştem gibi gözleriyle gülen dudaklarından sıcacık bir şeyler akan bir bebek o. Nasıl ağlayabilirim ki? Ah diyorum, eniştemle bu yaz denize girecekti Murat, onunla da yüzecekti. Bahçe de oynayacaktı. İçim yıkılıyor; gözlerimden yaşlar akıyor ama o sırada adam bana gülümsüyorsa elimde değil, ben de gülüyorum. Ondan o gülüşümü hangi hakla esirgerim diyorum kendi kendime. Hakkım yok çünkü. O benden tek bir şey istiyor sevgi sıcaklık. Ona sevgi yerine kederle bakmaya vicdanım el vermiyor. O da benimle üzülür diye kıyamıyorum.

Ama neler neler söylemek istiyorum aslında. "Ah" diyorum. "Zaten hamile kaldığımdan beri içimde yara Murat'ın babamı tanımayacak olmasıydı. Babam, on numara babaydı. Kocalığını, insanlığını, kardeşliğini başkalarına sorun; bilemem. Ama on numara babaydı. Hep daha da iyi bir dede olacağını düşünürdüm. O da hevesliydi çok. Yapı olarak kaslı, yağsız son derece fit bir adamdı. Dipçik gibiydi:) "Ayşe" derdi anneme. "Bak ne kadar fit bir dede olacağım. Onları da gezdireceğim sırtımda; onlarla da yazlıkta bahçede oynayacağım. Öyle göbekli dede olmayacağım". Olamadı canım. 

Hayatımı bu kayıpla karalar bağlayıp devam etmedim. Aksine daha neşeli daha pozitif bir insan oldum. Bir evlendiğim gün boğazım düğümlendi, bir de Murat'ın doğduğu gün. "Ya sen de olsaydın be baba, o zaman düğün olurdu işte" demiştim. 

Şimdi Murat'ın babamı tanımayacak olması beni çok üzüyor. Nasıl anlatsam nasıl tanıtsam büyüdüğünde diye düşünüyorum hep. Tanısaydı çok severdi çünkü, dedesi de onu. 

Eniştem benim için o dedeydi işte. Doğum yaptığım gün hastaneye gelip Murat'ı sevdiği gün "Oh dedim, Murat bak, bu da öbür deden:)" . Eniştemin boncuk gözlerinden Murat'ım da nemalanmıştı, o da ısınmıştı bir anda...

Biz çocukken yazın bizimle denize eniştem inerdi. Sitenin bir dolu çocuğu, adamcağızın sırtına çıkıp çıkıp iskele gibi atlardık denize. Hiç şikayet etmeden saatlerce denizde bizimle vakit geçirirdi. Yüreği çok genişti; bütün sitenin çocuklarına yer vardı. Sitenin çocukları yetim kaldı.

He bir de kedileri, köpekleri, kuşları vardı. O kadar nam salmıştı ki Büyükçekmece'de, " Buradaki mavi gözlü adam bakar" deyip kapısının önüne terk edilmiş hayvanlar bulurdu sabahları işe gittiğinde. Haklılardı, bakardı çünkü:) Onlarca köpeği bir o kadar da kedisi vardı. Hepsine canı gibi bakardı. Yüreği çok genişti çünkü, bütün sokak hayvanlarına yer vardı. Bütün sokak hayvanları yetim kaldı. 

Nur içinde yatsın ikisi de; çocuklar da, hayvanlar da artık bize emanet. 

Zamanı gelince tekrar görüşmek üzere:) 

Ocak 21, 2015

Ben Bakarken Büyü

Bugün yakın dostum Gökçe Erol'la konuşuyorduk. Onun da çok bitirim bir kızı var 1.5 yaşında. Dolayısıyla o benim 1 adım önümde. Evlilik hazırlığı olsun, hamilelik olsun, bebek doğdu şimdi ne yapacağım konularında her türlü ani, şuursuz, saçma sorularımı yönelttiğim ve karşılığında sakinleştirici, mantıklı, rahatlatıcı cevaplar aldığım bir büyüğüm ( tam 1 yaş büyük benden:) ). 

Tam da bebeklerin hepisinin cins cins olduğundan bahsediyorduk. Onun kızının bayıla bayıla vakit geçirdiği ana kucağında Murat toplasak 1 hafta geçirmişti mesela. Bunun üzerine zaten artık Murat da çok yerinde durmuyor oyun halısında bir sağa bir sola yuvarlıyor kendini, dönmesi yakındır dedim. O da kızının nasıl vaktinden önce 1 keresinde yanlışlıkla döndüğünü, sonra haftalarca maaile kızın bir daha dönmesini çaresizce beklediklerini anlattı, güldük. Dedim ki, Murat gönlüne göre dönsün. O da onayladı, nasıl olsa hepsi illa bir ara olacak, dönecekler, emekleyecekler, yürüyecekler. Tabii dedim, "Öyle başka bir şeyi bekleyeceğim diye adamın şimdisini kaçıramam". Sonra ikimiz de aynı anda dedik ki, "Evreka! Bugün ki post konusu çıktı:)".

Kendimi yetişkin olarak görmeye başladığımdan beri -ki her ergende olduğu gibi beynimin sulandığı 15 -16 yaşlarından bahsetmiyorum; hakikaten yetişkin olarak gördüğüm 22-23 yaşlarından beri, bebeklerden de çocuklardan da kararında hoşlanırım. Hatta fitilim daha bile kısalırdı zaman zaman. Ama hiçbir zaman bebeğiyle kafayı bozmuş annelere sinir olduğum kadar rahatsız olmadım bebeklerden. 

Ne yapsın bebek? Tabii ki şımarır. Yanında onu İnsanlığın tek kurtuluşu olarak gören annesi olduktan sonra, o çocukların ayda yürür gibi yerden 5 karış havada zıplayarak yürümemeleri şaşırtıcı. Zira bu kudret annelerine bakılırsa onlarda zaten vardı! :) 

Hamileyken hep öyle bir kadın olmayacağım; oğlumu mütevazı ve mağrur bir adam olarak yetiştirmeyi hayal ettim ve kendime sürekli Dünya'nın ilk hamilesi olmadığımı, Murat'ın da kitleleri Kurtuluş Günü geldiğinde göğe çıkartmayacağını hatırlattım. Bundan mıdır bilmem ama çok sönük bir hamileydim:) Ne bir aşerme, ne bir arıza :) 

Kendime ara not: İkinci olursa azcık nazlı hamile ol!:)

Şimdi Murat doğduktan sonra böyle bir anne olmanın işten bile olmadığını anladım. Çünkü gerçekten o insanlığa değil ama bana en güzel armağan, en değerlim benim. O yüzden onun gözlerine her bakışımı uzun uzun kaydediyorum. Her gülüşünü kafamda küçük Oompa Loompalar çakıyorlar taşlara ki hiç silinmesin. 

Babamı kaybettikten sonra hep kendime tekrarladığım bazı cümleler vardı. Bir tanesi de hayatımın bana ödünç verilmiş olması. Şuan aldığım nefesin ardından bir tane daha geleceğini bilmiyorum o yüzden bu nefesin hakkını vermeliyim. Bu nefes babama verilmedi ama bana veriliyor; o zaman çok değerli. Onu boş üzüntülerle, anlamsız geçici kızgınlıklar kırgınlıklarla geçiremem. 

Şimdi ise hayat daha basit. Çünkü o çok kıymetli nefeslerimi birlikte dolu dolu geçirebileceğim çok garanti biri var hayatımda. Muratla geçirdiğim her anın hakkını vermiş sayıyorum. 

Bütün bunlardan dolayı Murat dönmüş dönmemiş, amda kalkmış, parande atmış ya da sadece uyumuş, hiçbir önemi yok. Onun bir şeyleri yapmasını beklerken şimdisini kaçıramam, bunu göze alamam. Çünkü gün gelecek, onun o anı bana fazla görülecek; ben artık o ana tanık olamayacağım. Elimdeki sayılı nefeslerimi o her ne yaparsa onu kazıyarak beynime geçiriyorum:)

Herkese bol bol nefesler, ve o nefeslere hakkını vereceği anlar dilerim:)


Ocak 20, 2015

Dışkı Testi Serüveni ve Mutlu Son

Haftasonu çok maceralı geçti. Hiç yazamadım kusura bakmayın dostlar, ancak fırsat buluyorum.

Murat normalde günde 2 kez kaka yapar sabah ve akşam olmak üzere. Aralarda yapsa bile kayda değer olmazlar. Ama cumartesi günü sabah 8 gibi kalktı ve öğlen 13.30 olduğunda tam 3 kez dolu dolu kaka yamıştı ve hepsi ağır kokuluydu. Şimdi hayatında henüz bebek beziyle karşılaşmayan okuyucu der ki, "kaka bu ya? Gül mü kokacaktı Esra? Sen de ne bekliyorsun çocuktan?". Halbuki anne sütüyle beslenen çocuklar hatta ve hatta formül mamayla beslenen çocuklar ek gıdaya geçene kadar sıvı, katı olmayan, hardal rengi ve kokusu hiç ağır olmayan kakalar yaparlar. Rengi bazen zaman zaman yeşile dönebilir dokusu değişebilir, bunlar ufak ufak bilgiler verir bize. Bebeğin alerjisinin olduğuna, üşütmüş olduğuna çok fazla önsüt aldığına ya da vücudunda bir parazit bir rahatsızlık olduğuna dair mesajlar verir bize dışkı. Bebeklerin esasen sağlığını çiş ve kaka takip ederek anlarız. Dolayısıyla adamın rutinini bozup da bir sabah normalden daha sık, daha kokulu ve daha sıvı halde kaka yapması bizi işkillendirdi. 

Bana yine bravo, çok sakinim böyle mevzularda. Doktoru arayalım dedim Göksel'e ama bak gör bir şey yok. Ne ateşi var, ne üşüttü Murat. Olsa olsa bağırsak da parazit olabilir; ama o da düşük ihtimal çünkü banyosunu kaynatıp bekletilmiş su ile yaptırıyoruz (Bu banyo mevzusuna gireceğim yakında bir postta. Çok büyük prodüksiyon oluyor evde her gün:) ). Aradık doktoru. "İçimiz rahat olsun bir Gaita Testi yaptıralım" dedi. Nasıl olsa çocuktan kan alınmıyor, bir yeri kurcalanmıyor. Evde kakasını yapınca koştur koştur hastaneye yetiştirme görevi bizde.

Cumartesi günü öğleye kadar 3 posta kakasını yaptığı için kısmet pazar sabahına dedik. Bir de yakın hastane bulmak derdi var. Çünkü testin yapılması için tam yarım saat içinde kakanın laboranta verilmesi lazım. Bize de yakın özel hastane düşünmedik pek. Benim hamilelik kontrollerimi yaptırdığım Kozyatağı Acıbadem Hastanesi'ne gidelim dedik. Doktordan laboratuara test için istek formu fax çekildi ve olay Murat'a kaldı. Biz de b*k nöbetindeyiz. Pazar sabahı beklenen an geldi; ve Göksel bezi kaptığı gibi uçtu. Uçmaz olaydı. Arkadaş! Kimse bize pahalı bez dert olur demedi. Yüksek emiş gücü problemi yaşadık. Neymiş efendim, "bezde test yapacak dışkı kalmamış hepsini emmiş. Bir daha ki sefere kapta getirin!". Ya sevgili laborant, 3 aylık bebeğin kaba kakasını yapmasını sağlayabiliyorsan gel göster her ay onlarca lira bezlere vermeyelim; bir de hayır duası alırsın bizden. Sonra akıl verdiler. Bezini ters giydirin, kakayı bez emmesin, yaptığında ordan sıyırın kaba öyle getirin. E peki, çiş ne olacak? Ne olacak hemen söyliyeyim, ertesi günü kaka beklerken Murat'ın çişini yaptığında olduğu gibi, ikimizin birden üstü batacak her yerimiz çiş olacak. Bir arkadaşımın ters bezin üstünede düz bez koy ki çişi emsin uyarısı da kar etmedi, şarıl şarıl aktı paçalarından oğlumun üstüme. 

Durum bu olunca Göksel boynu bükük eve döndü. Akşama da aksi gibi Murat kakayı yapınca yol kapalıydı mümkün değil yetişmez dedik,iş yarına kaldı. Baktık haftaiçi trafiği ile biz bu bezi yarım değil 1 saatte de Kozyatağı'na yetiştirmeyeceğiz, Kartal'da başka yakın özel hastane bulduk, Göksel eve öğleye doğru geldi. Tam geldiği sırada Murat da doldurdu (Bez de ters ya, nasıl bir telaş aldı beni paçalardan akacak diye. Çocuğu vücudumdan 1 metre uzakta tutarak, virüslü gibi koştur koştur altını açmaya odaya götürdüm). Bezin içini laboratuar kabıyla sıyırdım. Bütün eller battı, o sırada Gökel'in beli ağrıdığı için dedim ben gideyim bana da hava değişikliği olur. Fırladım gittim. Velhasıl kelam, 6.5 tl'ye (özel sigorta %80 inini ödüyor) testi 3 dakika kala yetiştirdim. Yarım saatte de sonuçları aldık. Neyse ki ne parazit ne yumurtası hiçbir canlı yok :) 2-3 lökosit bulunmuş; o da çok normalmiş, lökositin çok daha fazla olması durumunda belki konuşabilirdik ama şuan hiçbir olağan dışı durum yokmuş. (Bir postta dokorumuza ayıracağım. Gizliden gizliden kendisine çok kıpır kıpır duygular besliyorum :) )

Durum şuymuş: O sabah Murat'ın paşa gönlü (!) öyle istemiş, 3 kere yapası gelmiş. Biz de haftasonu aksiyonu yaşamış olduk:)

Sonrasında araştırdım, gerçekten sıkıntılı durumlara sebebiyet verebilen bir şeymiş bu parazit. Özellikle şebeke sularından ya da başkalarının öpmesi sonucu bebeklerin kapabilmesi olası olduğu bu parazitler ya da tek hücreliler, bağırsağa yerleşip, çocukta sinidirim bozukluğuna sebep olabiliyor. Bu da kendini gaz sancısı olarak gösterebilir dolayısıyla aylarca tedavi edilmeden devam edebilirmiş. Yazık. Bebeklerinin kolik olduğunu sanan dolayısıyla aylarca o ağlamalarla yaşayan aileler, aslında bağırsakta amip olduğunu öğrenip ilaç tedavisi sonrasında mum gibi uyuyan çocuklarla karşılaşınca şok oluyorlarmış. Esas bebeğe de yazık. Neyse, aklınızda bulunsun. 

Okuyup da hemen "Aaa aynı benimki! Kesin bizde de parazit var! Aşkım koş doktoru ara Gaita Testi yapalım" demeyin, "Amaaan koliktir kolik. Her bebek ağlar" deyip aylarca bebeği bağırsağında onu rahatsız eden bir densiz ile hayata başlamaya mahkum da etmeyin. Temkin, evet, ama kararında. 

Bebekler çok zeki ve önceki postumda yazdığım gibi çok da açıklar. İletişim kanalları çok açık. Zamanla öğreniyoruz deşifre etmeyi. Yani, sıkıntı onların dertlerini anlatamayışında değil bizim anlayacak kapasiteye geç erişmemizde:)

Murat derdi olsaydı anlatırdı, inanıyorum. Adam bütün haftasonu normal rutininden şaşmadı bile. Aynı ruh hali, aynı keyif. Benim içim onu dinlediğim için rahattı. 

Kıssadan Hisse: Bebeğiniz doğar doğmaz, onun size verdiği şifreleri çözmeye çalışın. Biraz zorlu hatta pis ve kokulu yollardan geçmeniz gerekse de, benim gibi bileklere kadar kakaya batsanız da, sorun olmadığını bilip sakin davranabilirsiniz.

Kıssadan Hisse -2 : Hem oğlum kaka yapmadı bugün dersin dert edersin, hem adam 3 kere dolu dolu yapar doktoru ararsın. Ne tuhaf şeysin sen ey anne!

Ocak 17, 2015

Anne - Eş - Kadın - Dost - Kardeş olacağım diye diye

İnsan bazen kendine çok yükleniyor. Herkesin tek bir kimliği yok. Kendimize bir sürü etiket yapıştırıyoruz yaşadıkça. Öğrenci, evlat, kardeş, kız arkadaş, vatandaş, sevgili, kadın, dost, çalışan, işveren, eş, anne... vesaire vesaire. Hepsinin daha fazla hayatta öne çıktığı zamanlar oluyor. Ama açıkça söylemeliyim ki hayatımda hiç bu kadar yorulmamıştım bu etiket kalabalığından.

Bir günün 24 saatini yetiştiremiyorum bir türlü. Mutlaka birinde ya da birkaç tanesinde geri kalıyorum. Örneğin doğumdan beri pek "eş" olarak var olabildim mi meraktayım. Zaten evlat ve kardeş olarak vasıflarımı aylardır askıya almıştım. Bir anneliğe odaklandım. O da nedir bilmiyordum ki. Hala da bilmem doğru mu. Öğrenmeye çalışıyorum hala. Murat mükemmel bir öğretmen. Bana çok yol gösteriyor. Hayatımda bu kadar net iletişim kurabildiğim insan azdır. Ne yazık, büyüdükçe iletişim yeteneğimizi kaybediyoruz. Konuşabilmemiz mesajı karşı tarafa ilettiğimiz yanılgısını yaratıyor ya, problem orda yatıyor. Ne istediğini ne hissettiğini bana hep anlatıyor. Benim bilmemi istediği her şeyi bana bir şekilde belli ediyor. 

Diyeceğim odur ki anneler, korkmayın; bebeğinizin bir ihtiyacı olduğunda bileceksiniz. Doktoru, anneniz, kayınvalideniz, arkadaşlarınız ya da komşularınız bebeğinizin aslında başka bir durumda olduğunu, başka şeyler hissettiğini, sizin de nereden bileceğinizi, onlar kaç çocuk büyüttükleri için çok iyi anladıklarını söyleseler de, kendinize iç güdülerinize güvenin. Gözlerinize gönlünüze güvenin. Bebeğiniz derdini onlara değil size anlatır çünkü. Bakışlarında yatar gülüşü, size sevgisi, açlığı, uykusu, siniri :) 

Ben çok mu biliyorum ? Hayır, şu 3 ayda ne öğrendiysem o tabii. Ama işin tuhafı sanki ben hiç başkası değildim de hep Murat'ın annesiydim gibi bir his var içimde. Adam beni büyüledi mi, hipnotize mi etti ne yaptıysa geçmişi, hatıraları kaybediyorum giderek. Herşey flulaşıyor, beynimde katı olan herşey buharlaşıyor (Ne kitaptır yahu! Marshal Berman'ın bir aralar sayfalarını çokça aşındırdığım kitabı) ve ben yeni anılar yaratıyorum. 

"Bebeklerin hafızaları yok henüz; 3 aydan sonra alışkanlıkları başlıyor" dediğimde, eşimin kuzeni sevgili Murat (Paker) Ağabey, "Olur mu? Tabii ki var. Hatta bazı çalışmalar doğumdaki travmaların etkilerinin olduğu görüşü destekliyor. Bebek deyip geçmeyin. Fiziksel ve duygusal olarak senin benim gibi tam bir insan o da." demişti. Bence fazlası bile var! Sadece benim gibi bir insan değil ki, çok daha fazlası. 

Annesinin babasının hayatını değiştirmekle kalmadı, kimliklerini benliklerini ele geçirdi. Sadece geleceklerini değil, geçmiş algılarını hatıralarını dönüştürdü. O sadece bir insan değil benim için, o benim zat-ı şahanem:) 

Bütün zat-ı şahanelere ve ailelerine güzelliklerle dolu geçmiş anılar ve gelecek hülyaları  dilerim:)

Ocak 15, 2015

Hamile Kafası Tam Piyasanın İhtiyacı Olandır

Hamileliğin başından beri okuduğum kitapların içerikleri bebek bakımı, hamilelik ve doğum sonrasına doğru kaydı. Arada kişisel zevkim olan akademik sosyal bilimler literatürüne de döndüm, çaresiz, kitap okuma zevkini hayatta tutmak için. Bu kadar okudun okudun da ne öğrendin diye sorarsanız; anneliğin kitaplardan öğrenilmediğini, her bebeğin kendi şahsına münhasır bir model olduğunu ama kitapların ilk gebeliğini yaşayan kafası bulanık hamileler için iyi bir genel çerçeve çizdiğini öğrendim.

Öünümüzdeki zamanlarda kafamı toparladıkça bu kitapların her biri hakkında yazacağım mutlaka. Özellikle bebek gelişimi uyku eğitimi vs. gibi konularda ekolleşmiş yazarların ( Harvey Karp, Tracy Hogg gibi) kitaplarına muhakkak zaman ayıracağım. 

Bu "kendini ne beklediğini bilmediği için, çılgın gibi bilinmeyene hazırlanmaya çalışma" hengamesi içinde bir dolu liste yapmıştım. İşte efendim kıyafet listesi, bebeğe sağlık ihtiyaçları listesi, anne-emzirme alet edevatları listesi vs. Bugün bu listelerin oldukça azaltılıp son halini almış versiyonunu bir kitabımın içinde buldum. Ve ne kadar gereksiz bir sürü şey yazdığımı farkettim. Onca hormon, deli deli elektriklenen nöronlar arası şuursuz atlamalar derken kafadan dumanlar çıkıyor o zamanlar:) 


Okurken çok güldüm her kalemi:)

Mesela hiç kullanılmamış bir sürü eşya var. Emzik ve biberonlarla alakalı bütün kalemler aynen alındığı gibi temizlendi kaynatıldı öylece duruyor. 

Alt değiştirme masası almadık bile. Şifonyerinin üstünü de kullanmıyoruz. Hala yatakta değiştiririz,  öyle alıştık baştan. 

Dolap almadık, benim dolabımın boş bölümünü kullanıyoruz, bir de şifonyeri var. Bu mesela hamile olarak kendimle gurur duyduğum bir hareket oldu. Çocuğun kullanmayacağı halde heves edilip alınan en tuzlu kalem gereksiz mobilyalar oluyor. Şimdi kendi şifonyeri ve benim dolabımdaki bölme fazla fazla yetiyor Murat'a.

Biberon ısıtıcıya yazmışım ki " bak; ihtiyacın olursa al". Sonuç: Alınmadı.

Yürüteç yazmışım yanına "daha sonra bakarsın". Sonuç: Şimdi biliyorum ki çocuğun doğal gelişim zamanlamasını bozan bir alet. Bırak kendi kendine emeklesin, sıralasın, keyfi geldiğinde de yürüsün.

Bunlar gibi bir sürü anlamsız kalem:) 

Kıssadan hisse: Sen sen ol anne adayım. Bebek gelmeden coşma. Biliyorum bu tenkitlerim vız gelip tırıs geçecek ama yine de kulak vermeye çalış:) Sonradan bir oda dolusu ne yapacağını bilmediğin ıvır zıvırla kalırsın.

Kıyafet konusu da aynı şekilde bir dipsiz kuyu. Zaten hamileyken bir iki kendini kaybedip kartları doldurduğun maaşı olduğu gibi kasada bıraktığın alışveriş olabiliyor.  (Bunu da yapmadım ben yanlız. Helal bana. Şimdi yapıyorum ama :)) Bir de gelen hediyeler oldu mu bebeğin giyemeyeceği kadar çok kıyafet. 

Ben şöyle yapmıştım, çok da işime yaradı. Hamileliğin 8. ayını bekledim. 8. aya kadar gelenleri yıkayıp yerleştirirken eksik kalanlara baktım. Yenidoğan 0-3, 3-6 ve 6-9 aylıklardan gelmişti. Gittim eksik olanları aldım. Mesela çok fazla kısa kollu body var ama tulum azsa gittim 2-3 tane tulum aldım. Birde sadece yenidoğan ve 0-3 aylıkları tamamladım, sonrasına zamanı gelince bakarız dedim. İyi ki de öyle demişim; babaannesi ve dedesi kontrol dışı şuan. Kendim beğenip tek parça bir şey alsam fazla oluyor. Onlar şimdiden 12 aylığa kadar doldurdular kontenjanı:)

Bu da ikinci kıssadan hisse: Annelere babalara söyleyin baştan, sakin olsunlar:) Azıcık biz de almak istiyoruz oğlumuza/kızımıza kıyafet deyin:)


Bir de sevgiyle kalın, kafadaki bulutlar hep bunun gibi tatlı tozbulutları olsun:)


Murat'ın İlk Kahkahası

Murat geçen haftasonu ilk defa kahkaha attı! Benim içimden bir şeyler aktı ama nasıl anlatsam. Cumartesi gününden beri düşünüyorum nasıl yazsam nasıl tasvir etsem. Edemiyorum. 

Ruhuma dokundu o ses, o kikirdeme. Dkunduğu yerden dalga dalga dağıldı sarstı beni. Göksel de bizimleydi. Ne yapacağımızı şaşırdık. O güldükçe biz daha fazla güldük; o da bize katıldı ve 2 3 dakika üçümüz de birbirimize baka baka kahkahalara boğulduk :) 

Tabii ben aynı zamanda ağladım da ama bu yeni bir şey değil :) Murat'a haddinden biraz fazla bakınca bile gözlerim doluyorken adamın ilk kahkahasını duyduğumda "Yavrummm" diye kükreyerek üstüne atılmamamı bir gelişme addediyorum. Aah ah.. Nerde o eski duvar kadın nerde bu vıcık vıcık sulu gözlü anne. 

Kahkahaya geri dönecek olursak olay şöyle gelişti. Geçtiğimiz hafta kontrolü vardı Murat'ın. Herşey yolunda. Lakin biraz daha fazla yüzüstü yatıralım dedi doktorumuz. Öyle durmayı sevmiyor çünkü; alışması gerekir, dedi. Murat da efendi çocuk iyi hoş ama gerçekten ne yüzüstü yatmayı sever, ne yüzüstüyken sırtını elletmeyi sever. Banyodan sonra elletmiyor bile sırtını ki yağlayalım, öyle nane o konuda. Neyse gelelim cumartesi gününe. Yine bir uyku seansı sonrası altını değiştirdik ve yatakta oynuyoruz hep beraber. Dedik ki emmeden önce yüzüstü çevirelim de biraz oynayalım, kızacak ama ne yapalım, bir şekilde eyleriz. Tam çevirdik adamı, a ah! Gözlerime inanamıyorum. Adam resmen mutlu. Ufaktan karşıda duran babasına gülücüklere başladı bile. İnanamıyoruz, çok sevindik ve gülmeye başladık. Bu mutluluk dalgası her an son bulabilir ve üstümüzde kara bulutlar toparlanabilir korkusuyla şaklabanlığa başladık. Elimiz ayağımız birbirine girdi anlayacağınız. Göksel bir taraftan ben bir taraftan bir ses bir gürültü tam bir kakafoni yarattık:) Murat da kahkaha attıkça attı. Yazık safım tam bilmiyor da; genzine tükürüğü kaçıyor habire gülerken:) 

2 3 dakikalık bulutlardaki sefamız bittikten sonra yüzüstüne döndürdük ve o güne kadar acaba biz mi tam doğru ortamı sağlayamadık da çocuk rahatsız olmuştu diye hayıflana hayıflana günü bitirdim. 

Herkese bol bol bebek kahkahalı günler dilerim:) Günde birkaç doz tavsiye ederim; ömrü uzatır :)


Ocak 13, 2015

Bebeğin Yüzünü Çizerek Keşfetmesi


Bugün bir yerde bebeği 70 günlük olmuş bir annenin hala bebeğine eldiven taktığını okuyunca dayanamadım, bu konuyu ele almak istedim. Bebeklere eldiven giydirme meselesi neden bir mesele, onu da anlamış değilim.

 Giydirmeyin arkadaşım, giydirmeyin güzel annecim. Bırakın bebekler ellerini keşfetsin ağzını yüzünü hissetsin, size dokunsun, siz ona dokunun. Neymiş efendim? yüzünü çizermiş, gözünü çıkarırmış. Ya bir kere bu karamsar kötü kötü senaryolar da neyin nesi?!  O zaman liseye gidene kadar takın eldiveni çocuğun parmaklarını kullanmayı bilmesin, koca adam olur yine çizer o suratı. 

Tırnaklarını kesmek zor biliyorum ama uykusunda çok kolay kesilir. Keserken de her anne bir ya da birkaç defa kanatabilir; kahrolur. Kahrolma canım anne. Bir şey olmaz; canının yandığını bile fark etmeyebilir. Yara da çabucak geçer. Kesemiyorsanız törpüleyebilirsiniz. Hatta kestikten sonra bir de üstüne törpüleyebilirsiniz. O zaman ciddi bir hasar veremez kendine.

Murat'a ilk hafta taktım, hiç sevmedi adam. Her baktığımda çıkmış oluyordu o eldivenler. Zaten ilk hafta kontrolde doktor çıkarın bunları gerek yok, tanısın kendini dedi. Biz de takmadık sonrasında. Şimdi elleri ağzında gözünde yüzünde. İlk ay çizebiliyordu yüzünü, hemen sütümden azıcık sürüyordum bir kaç saat içinde geçiyordu. Mucizevi bir iyileşme süreci hakikaten. 

İkinci ayına geldiğimizde çıkarmakla çok doğru bir hareket yaptığımı anladım. Çünkü ellerini keşfetmeye ve sürekli parmaklarını ağzına götürmeye başladı. Adam sadece parmaklarını emmiyor resmen bileğine kadar elini ağzına sokup hırsla yemeye çalışıyor:) Diş zannettim; değilmiş. Sonra biraz araştırdım çok normalmiş. Oral döneme girişiyle beraber artık her bulduğunu ağzına götürecek yazıyor kitaplarda genel olarak. İşte bu dönemlerde ellerinde eldiven olması onun gelişimini ciddi anlamda kısıtlardı. Aynı zamanda gözünü çizmesin diye zorlarken pis pis eldiveni yemesine neden olacaktık. Çünkü tadının garip olması Murat'ı durdurmazdı diye düşünüyorum. Bazen parmaklarını nerdeyse boğazına kadar sokuyor, tadını beğenmiyor; öğürecek gibi oluyor, ama bu onu durdurmuyor tabii ki. O parmaklar hep ağızda:) 

Eldiven takmamanın bir önemli sebebi daha var. Emzirmen anneyseniz bu çok önemli. Bebeğinizin emerken size dokunması, Göğsünüzü hissetmesi okşaması çok önemli. Hem anne olarak size verdiği duygu eşsiz hem de onun memeyle olan bağı için önemli. İlk hafta meme ucu yara oluyorsa pek ne dediğimi alayamayabilirsiniz. Acı öyle bir acı ki "başlarım böyle aşkın ızdırabına" diyor insan. Ağlaya ağlaya emzirdiğimi bilirim. Hiç geçmeyecek gibi gelse de geçiyor, iyileşiyor ve bu sefer emzirmenin keyfine varmaya başlıyorsunuz. Küçücük elleriyle emerken sanki masaya dökülen misketlerini toparlamaya çalışan, arkada bir tane bile bırakmamak için tekrar tekrar ellerini kendine doğru köşe bucak sürükleyen yumurcak çocuklar gibi memeyi tutan, okşayan, bırakmayan bir bebek Murat mesela. "Tamam oğlum" diyorum, "kaçmıyorum, hepsi senin" :) Sonra emerken badem gözlerini bana dikip bakması paha biçilemez :) Artık ufak ufak memeyi tutmayı da öğrendi. Şimdi kendi kendine tutuyor emıyor, biraz dinlenip tekrar başlıyor. Onun 3. ayına bile girmeden bu kadar ellerini kontrol edebilmesinin sebebinin pek eldiven kullanmamış olmamız olduğunu düşünüyorum. 

E varsın 3 5 çiziği olmuş olsun yüzünde. Gelip geçici çizikler adına kalıcı hasar vermeyelim. Özgür bırakın bebekleri. Onlara da yazık. Zaten yenidoğanken adamların canı sıkkın. Çıkmış sıcacık anne karnından kaotik bir ortama. sesler ışıklar çok karışık; hiçbir şey tanıdık değil, net değil. Bir elleri var dünyayı az biraz tanıyabileceği; onu da biz kelepçelemeyelim:) 

Ocak 11, 2015

Sling Wrap = Hareket Edebilme Özgürlüğü

Peki ben ne zaman tuvalete gideceğim?

İlk bir iki ay bu sorunun cevabını çok aradım; bir türlü uygun zamanı bulamadım. Yahu hadi gece ve akşam babası evdeyken 2 dakika ona verip ihtiyaç molası verebiliyorum. Ama baba evde yokken ne yapacağız? Hele bir de benim gibi bebeği ağlatmaya kıyamayan taze manyak anneyse söz konusu, gününün 5-6 saatini memede paşalar gibi takılan bebeği sayesinde tuvalete de akşamdan akşama gider (gün içinde içilen 3 litre su + kompostoları, kaynarları, rezene çaylarını saymıyorum), yemeğini de akşamdan akşama yer.  Sabah kahvaltı olarak bir demet önceden yıkanıp temizlenmiş dereotunu başparmakla arkadan itelemek marifetliyle boğazına tıkıştırıp, dolaptan 10-15 zeytini de yanında yeyip, ileriki bir saatte yenmek üzere ocakta yumurta haşlardım. Aah ah çok sihirli günlerdi:)

Tuvalet molası bazen saatlerce veremezdim. Çünkü uyanıkken kucağımdan bırakamadığım gibi uyurken de asla yerine yatıramıyordum. Dolayısıyla bir sling wrap edinmeye karar verdim. Baktım adam benle yapışık yaşamak istiyor; peki dedim o zaman yapışalım:)

Yılların yogisi en yakın arkadaşım canım/cananım "Coğanam" Yelina'm zaten ben hamileyken bana bir sling fotoğrafı göndermiş ve demişti ki "Coğanam, bu benden Murat'a gelecek, sakın alma. Bana da bu yakışırdı:)" dedi. Hemen konuştuk; sling wrap arayışlarımda Boba wrap'ın aradığım marka olduğuna karar verdim ve Türkiye distribütorü Hülya Cinsçiçekçi'nin sitesi www.tuniko.com dan Coğanam siparişi verdi, 3 güne de sling geldi. Aldığım en faydalı hediyelerden biriydi. Özellikle ilk 2 ay elim ayağım oldu. Belki de böbreklerimi kurtardı da haberim yoktu:) Yalan yok; kucağımda Murat bağlıyken tuvalete girdiğim çok oldu. Wrap slinglerin güzelliği bebek anne vücuduna yapışık ve doğal bir pozisyonda durduğu için hem daha sakin, hem daha mutlu oluyor; varsa gazını daha rahat çıkartıyor ve anne de bu arada bir sürü iş hallediyor.


İlk zamanlar Murat o kadar sevmişti ki çoğu zaman dolaşırken uyuyakalıyordu fotoğraflardan da görebileceğiniz üzere. Daha sonralarında mutfakta beraber iş yapmaya bile başladık:)



İşte tam da bu yüzden bir yenidoğanla yaşamak yada yaşayabilmek için wrap lerden şiddetle tavsiye ederim. İhtiyacınız olan bütün bilgileri Hülya Hanım'ın sitesinde bulabilirsiniz zaten. Hangi tip taşıyıcıya ihtiyacınız olduğunu sitesini inceleyerek bulabilirsiniz. Ben wrap'imle çok mutlu ve mobilim :)


Ocak 10, 2015

"Sütün mü yaramıyor acaba"cılardan korunma yöntemleri



Uzak tutun anneler. Evinizden bebeğiniziden kendinizden beyninizden uzak tutun. Bu yüzyıllardır varolan virüs, "acaba sütü mü yaramıyor bunun, bebek pek bir solgun, hıh" virüsü, en yakınlarınıza bile bulaşabilir. Dikkatli olmak gerek. Evinize dıdısının dıdısını yaklaştırmamaya çalışırken siz, bir anda annenize kayınvalidenize, kayınpederinize ve hatta evet, evet evet, eşinize bile bulaşabilir. Baktınız uzak tutamıyorsunuz, evinize illa ki girecekler o zaman şöyle yapın:


Bu virüs en çok komşuların görümcelerin bünyesinde çoğalmayı sever ve yeterli kuluçka zamanını geçirdikten sonra; "biz bebek sevmeye geleceğiz canım, hiç zahmet etme. Bir çay içip kalkacağız" demek suretiyle önce çok masum görünerek sizin evinize sızmaya çalışır. ALDANMAYIN! Aman gardınızı düşürmeyin. Size gelecekler, sonra hayıflanıp acıyacaklar. " Vah yavrum, pek ufak kalmış bu. Mama mı versen acaba a kızım? Solgun bayağı. Baksana hep uyuyor; hali yok sebilin!" gibi laflarla size bulaşmaya çalışacak bu virüsten korunmanın yollarından biri size Allah vergisi o lohusalığı dibine kadar kullanmaktır. Lütfen tepkinizi gösterin. Sizin sütünüz kimseyi ilgilendirmez. Hele hele alakasız insanları. Gerekirse tersleyin. Ters ters konuşup kırıcı bile olabilirsiniz bağırabilir çağırabilirsiniz ve kimsenin alınmaya hakkı yoktur; Çünkü sizin duygusal dengesizlikler yaşamanız çok doğaldır (!) Tabii onlar bu tepkinizi böyle değerlendirecektir ve muhtemelen sizin serzenişinizdeki mesajı algılamaya tenezzül etmeyeceklerdir ama vazgeçmeyin. Yoksa baştan kabullenip ezilirseniz kontrol elden gider. bebeğinizin ve sizin hayatınızı başkaları yönetmeye başlar ve farkı varmadan daha 40 günlük bile olmamış bebeğiniin ağzına bala çalınmış emzik sokmaya çalışırken bulursunuz onları. 

Eskiden yaparlarmış da efenim ne varmış ki balda? Çocuk salak mıymış kuru memeyi alır mıymış? Tabii ki almaz bebek sadece anne memesine alışıksa. Özellikle yenidoğanlıktan çıkıp süt bebrkliğe geçtikçe biberonu ya da emziği kabul etmesi daha da zorlaşıyor. Ama bu demek değil ki çocuğun sindirim sistemini hazır olmadan ağır besin maddeleriyle uğraşmak üzere yıpratalım. Baldaki şeker botulizm riskini artırır ve ölüme bile sebebiyet verebilir.

Dünya Sağlık Örgütü'nün bu konudaki fikri 1 yaşından önce bebeklere bal verilmemesi yönündedir:
"Infant botulism
Infant botulism occurs mostly in infants under six months of age. Different from foodborne botulism caused by ingestion of pre-formed toxins in food, it occurs when infants ingest Clostridium botulinum spores, which germinate into bacteria that colonize in the gut and release toxins. In most adults and children older than about six months, this would not happen because natural defences that develop over time prevent germination and growth of the bacterium.
Clostridium botulinum in infants include constipation, loss of appetite, weakness, an altered cry and a striking loss of head control. Although there are several possible sources of infection for infant botulism, spore-contaminated honey has been associated with a number of cases. Parents and caregivers are therefore warned not to feed honey to the infants before the age of one year"1
 Bu alıntıda kısaca süt bebeklerinde botulizm hastalığının 1 yaşından küçükken görülebildiği ve bunun Clostridium botulinum sporları içeren yiyeceklerden geçebileceği yazıyor. Bu sporlar erişkinler ve 1 yaşını aşmış çocuklar tarafından sindirilebiliyor ve bağışıklık sistemleri yeterince gelişmiş olduğu için bir risk taşımıyor ancak 1 yaşından küçük bebeklerde kabızlık, iştah kaybı, güçsüzlük ve gözle görülür halde başını kontrol edememe sorununa sebep olabilir. Bebek botulizmi başka sebeplerden de oluşabilir ancak bal tarafından taşınan sporlar yoluyla oluşan botulizme karşı anne ve babalar uyarılır. 

Bu bal mevzusuna özel olarak açıklama getirmek istedim çünkü halen bazı anne ve babalar sorun olmayacağını düşünüp bu uygulamaya devam ediyorlar. Sadece diş çürümesi değil daha vahim sonuçları da olabileceğini paylaşmak istedim. dolayısıyla ne yapıyoruz, bebeklerimize emzik tutturacağım diye öyle bala şekere reçele bandırmıyoruz:)

Evimizden uzak tuttuk, olmadı evde konuştuk, o da olmadı atar yaptık bağırdık size ne canım dedik. Zaten bütün bu müdehalelerin sonunda bile hala virütik tavırlar sergileyen olursa kafaya bir kask geçirip kendisine baştan aşağıya oksijenli su sıkmak suretiyle yıkayıp karantinada bekletmek gerekir. Zira çoktan bu hastalığın pençesine kaptırdığımız bir bedendir o, bazen ne yapsak da kayıptır, kaybedilmiştir. o artık bir kayıp vakadır:) 

Siz kaybolmayın, hep varolun:)

Sevgiler


1- World Health Organization -Botulism 

Ocak 09, 2015

Sezaryen Doğumdan Sonra da Süt Gelir!



Geçen postta ilk kırk günü atlatmak için genel bilgiler ve gizli silahlarımdan bahsetmiştim. Şimdi ise şu hastanede mama verme olayıyla sonuçlanan ilk iki günü biraz açayım.

Tecrübesiz, uykusuz, yeni ameliyattan çıkmış, ağrılı sızılı ben, odaya ilk geldiğimde ne yapacağımı bilemedim. Odada yaklaşık 10 12 kişi bir bayram havası içinde. Bir coşku bir coşku. Herkes beni tebrik edip nasıl olduğumu soruyor. Laf! Nasıl olucam?! Hayatımda ilk defa ameliyat olmuşum; belden aşağısını hissetmiyorum, kendimi sıkıp bıraktığım için korkunç bir titreme sarmış zangır zangır titriyorum, biraz da yorgunum az gitseler de uyusam diyorum ( Ah safım, şimdi yazarken bile güldüm kendime! Beklentiye bak ya! Uyuyacakmış), bir de Murat'ı merak ediyorum çok. Ben o andan sonraki 2 gece 2 gündüz boyunca toplam 4 saat uyuyabildim. Evet sadece 4! Burdan Türk büyüklerine sesleniyorum;

TİTREYİN VE KENDİNİZE GELİN YA! RAHAT BIRAKIN ŞU ANNEYLE BEBEĞİ HASTANEDE, ZİYARETE GELMEYİN! AYIP OLMAZ, BIRAKIN UYUSUNLAR, KOKLAŞSINLAR KENDİ KENDİLERİNE!

Malesef benim de kendi başıma gelmeden algılayamadığım anlamsız bir adet bu. Ya bu kız doğum yapmış; dinlenmesi lazım, süt olması için uyku lazım. İşin komiği her gelen de şunu söylüyor;

 "Sütün nasıl? Geldi mi? Gelir gelir. Ama bol su bol uyku. Uyuyacaksın ki süt olacak! Bebek her uyuduğunda sen de uyuyacaksın."
 -" He peki, zahmet ettiniz geldiniz, bir lohusa şerbeti alır mıyıdınız?"
 -"Alayım canım, sağol. Çayımızı şerbetten sonra içeriz o zaman. Sen dinlen yavrum dur biz alırız böreklerden."

Çay mı? Çay mııı! Gel de çıldırma. Böyle böyle gelen giden iki gün doldu doldu taştı oda. Gelmesinler, arayınca söyleyin dediğimde de bu sefer benimkiler "aaa Ayıp olur"lara başladılar. Velhasıl kelam Gökselle ikimiz kuş gibi kaldık. Ben bu süre zarfında zırt pırt emziriyorum. Murat'ın memeyi tutuşunda ya da benim meme uçlarında bir sıkıntı yok neyse ki. Ama uyuyor adam. 10 dakika emiyor uyuyor. 20 dakikayı görsek seviniyoruz. Memelerde de bir şişlik oldu, süt indi. Burdan sezaryen doğumda süt inmez diyenlere sevgi ve saygılarımı iletiyorum. Vajinal doğumla beraber salgılanan oksitosin hormonu süt üretimini de tetikler, bu doğru. Sezaryende bu hormon yüksek seviyede üretilmeyebilir vücut tarafından bu da doğru. Ama süt üretimini sadece vajinal doğum tetiklemez. Doğum anında ten tene temas, bebeği kucağa alıp başını koklamak( bebeğin başından alınan koku da annenin süt üretimini tetikler) ve koltuk altından memelere doğru süt kanallarını uyaran masajlar da sütün inmesini sağlayan uyarıcılardır. Ama sayısız kitap ve blogger annenin dediği gibi süt bebek çektikçe iner. İlk gün kuzunun zaten bir kiraz kadar midesi. O kadar mideye azıcık kolostrum (  ilk inen mucizevi süt . Bebek için son derece öneme sahip süt) bile yetiyor. 

Peki bu çocuğun kan şekeri niye düştü? Madem sütüm vardı da bu hemşireler neden mama verdi? Çünkü bu zavallı 2 günlük annenin bu yukarıda yazdıklarından haberi yoktu. Olsa da o kuş gibi uykusuz haliyle "durun bakayım siz? Verin oğlumu  beslerim ben" deyip memeyi ağzına verecek metaneti ve sağlam duruşu yoktu. "Çocuk efenim en geç 3 saatte bir beslensin" dediği için doktor, biz bunu kural belledik ve 3 saatte 1 emzirmeye aldık. Bu çocuğun ufacık midesi var, anne sütü hafiftir, hemen sindirilir dolayısıyla sık sık beslenir demedi bize kimse. Hal böyle olunca, 2.5 saatte bir emzirdim. Sonuç: 2. Geceyi 3 e bağlayan sabah 5:30 da "Murat'ın kan şekeri çok düşük mama veriyoruz haberiniz olsun" telefonu geldi ve Esra'yı kaybettik. Ağlaya ağlaya bekledim Murat'ı geri getirmelerini. Göksel yanımda omuzlar düşmüş, Murat'ı mı düşünsün, beni mi teselli etsin bilemeden bekliyor. Hemşire bir de beni öyle görünce, "sütün kesilir ağlama, önemli değil bu mama, arada verilir" dedi. Bu sefer beni aldı süt kesilme endişesi. Nasıl yani? Hiç mi üzülemem? Ya hani lohusalar depresyona bile girerlerdi? E nasıl emziriyorlar onlar? Eyvah! Üzülme Esra, su iç şimdi , heh, bir bardak da komposto, oh, tamam. Ama mama verdiler ya, bak nasıl da doymuş uyuyor oğlum melek gibi. Demek ki ben doyuramıyordum. Yok yok yok. Üzülme ya, ağlama. E tamam ağlamıyorum ama boğazım düğümleniyor, o zaman da kesilir mi süt acaba yoksa ağlayınca mı gider? .... Kafamda deli hatta zırdeli sorular:)

Böyle böyle geçen 10 günün ardından doktor randevusunda kilo almaya başlağını öğrendiğimde benim lohusalığım bitti. Dünyanın en mutlu annesi oldum:) Nasıl saplantı yaptıysam bu kilo meselesini, doktora soralım diye yazdığımız soruları bile yarım yamalak sorup cevaplarını dinlemedim bile:) 

Çok gizli süper bir yolla da yapmadım bunu. Sadece önceki postumda yazdığım iki kaynağı açtım okudum her emzirme seansında ( her boş anımda yazmak isterdim de boş anım yok hiç:) emzirirken okuyordum, hala da öyle yaparım:) ). Bebeğin aktif olarak uykuda olmadığı her an memeyi teklif ettim, çoğunda da aldı. Sabah akşam gece, 2 saati doldurup doldurmadığımıza bakmadan, saatlere bakmadan sadece ona bakarak onu izleyerek emzirdim. Zaten ona bakınca bile memeler süt dolmaya başlıyordu başını koklamaya gerek kalmadan:)

Uzun lafın kısası, ilk üç ay bu çocuk memede yaşayabilir. Zırt pırt emzirin, memede uyuyabilir. Anneler kayınvalideler bebeğin alışacağını, sizi parmağında oynatacağını filan söylerler. İnanmayın. Bebekler ilk üç ay alışkanlık edinmezler. O yüzden hep meme tam meme devam edin :)

Ocak 08, 2015

Esra'nın Lohusalıkla İmtihanı :)

Herkese merhabalar,
 Geçtiğimiz postta doğumumu anlatmıştım. Ozamandan bu zaman Murat 3 aylık olmaya merdiven dayadı ve ben halen ilk 40 günümüzü anlatamadım😳

Hastaneden 3. gün çıkıp evimize geldik. Hayatımda yaptığım en uzun araba yolculuğuydu. Çocuğu -3500 dereceye çıkartıyormuşum gibi 3 kat giydirip ana kucağına oturttuk. Yola bir çıktık cayır cayır güneş. Araba yanıyor. Klimayı mı açsak, camı mı açsak, çocuğun üzerini mi azaltsam diye kafamda tilkiler dönerken eve geldik. Evdeki ilk gecemizde evde annem de olmasına rağmen sanırım 3 defa hastanedeki bebek odasını telaş içinde aradık:) Çoğu yenidoğan bebek gibi Murat da ağır uyuyordu ve uykudan uyandırıp emzirmek tam bir mücadele halini almıştı. Özellikle ikinci gün sabaha karşı hastanede hemşireler kanşekerinin düşük olduğunu bu yüzden mama vermek zorunda olduklarını söylediklerinde yaşadığım dehşeti bir daha yaşamamak için uzun uzun emzirmeye çalışıyorduk. Çalışıyorduk diyorum çünkü resmen 3 kişi ancak memeyi tutturabiliyorduk:) ilk haftanın sonunda ancak kendi kendime emzirebilmeye başladım. Birimiz bebeğin kafasını tutyor öbürü memeden bastırıyor bir diğeri bebeğin topuklarını uyarıyor ki uykuya dalmasın... Ne o? Murat 30cc süt emecek diye ben Göksel ve annem 10 litre ter atıyoruz!

Şu mama meselesine gelecek olursak bu konuyu detaylı yazmak iatiyorum ki ilerde taze anneler karşılaşırsa bu yazıyla dert etmesinler kendilerine. Hastaneler doktorlar hemşireler bayılıyorlar mama vermeye. Özellkile yenidoğanlara. Tabii ki yenidoğanların kanşekerini takip etmek gerek. Uzun uyudukları ve emiş kuvvetleri henüz yerinde olmadığı için çabuk düşebiliyor. Aynı zamanda az emmeleri sarılığı ağır geçirmelerine de sebep olabiliyor. Bunlar önemli. Ama mama vermeden de engellenebilecek durumlar bunlar. Zaten onların mideleri ufacık. Ve anne sütü ihtiyaçları çok az. Dolayısıyla vucüt da ona göre süt üretir. Bebek emdikçe süt artar. Dolayısıyla ne kadar sık emzirirsek o kadar bol süt olur.

Şimdi durum böyle olunca insan tabiri caizse çok titrek bir ruh halinde oluyor. Zaten doğurduğunun ikinci günü sana hastaneden "sen yetersizsin arkadaşım!" dediklerini hissetmişsin; bir de üstüne evde sürekli uyuyan ve emmek için ancak 5 dakika ayık kalabilen bir oğlan. Bir de 5. Gün kontrolde sınırda kilo kaybı çıkmasın mı? Vay benim halime! Ağla ağla yol boyu, eve gel ağla. Bir taraftan litre litre su iç süt olsun diye. Ne yapacağımı şaşırdım. Neyse ki annem ve eşim çok yardımcı oldular. Saçmala Esra kendine gel; çok normal bu kilo kaybı dedim kendi kendime. Ama esas olarak lohusalık dönemimi atlatmamı sağlayan 2 büyük silahım vardı. Onların ne olduğunu açıklayayım da bu yazının da bir amacı olsun. 

1.Emzirme Sanatı kitabi. La Leche League tarafından haxırlanmış bir başyapıt, başucu kitabı her lohusanın , annenin  en yakın arkadaşı olması gerekn bir bilgi kaynağı. Hamileyken edinin bol bol okuyun, lohusayken bir daha okuyun, emzirirken okuyun. Kısaca o kitap yanınızda dursun, cep telefonundan yakın olsun sizlere.



http://www.lllturkiye.org/Emzirme%20sanati.html

Nedir bu kitabın başarısı sırrı peki? Kitabın başarısı yeni doğum yapmış annenin sonuna kadar yanında olmasında, ona güven vermesinde, bebeğiyle o ilk günlerinde kuracağı bağı, hüsnü kuruntularıyla ve acemiliğin verdiği tedirginlikle bozmasına neden olacak ani kararlar vermemesini sağlamasında yatıyor.alın okuyun okutun sevgili anneler babarlar. Sütün gelmiyor mu? Acaba sütün besleyici mi değil? Mamaya mı başlasak? Demek suretiyle etrafta bitebilecek türlü bet sesleri susturmakta da birebir:)

2. Gelelim ikinci silahıma. Bu bir blog. Bir annenin emzirme notları. Bebek Bakım Yapım Onarım blogunda yayınlanan "Tomris'in Emzirme Notları". Bu blogla tanışmak benim ve Murat'ın hayatında o kadar fazla şeyi etkiledi ki. Tanımasam da çok şey borçluyum Tomris Hanım'a:) Sayfa sayfa tek tek anlatmış neden anne sütün önemli olduğunu; nasıl arttırılabileceğini; çalışan anneler icin pompa kullanım ve biberonla besleme yöntemlerini. Ve bunlar gibi emziren bir annenin karşılaşacağı yaşayacağı bütün sıkıntı  ve bilinmedik yeni durumla ilgili bir cevap bulabilecegi bir yazı dizisi. Ilk yazının linkini paylaşayım:http://bebekyapimbakimonarim.blogspot.com.tr/2013/02/tomrisin-emzirme-notlar-1-merhaba.html?m=1

 Halen açıp açıp okuyorum. Telefonumda bütün notları açık sayfa sayfa:) Bebek Bakım Yapim Onarim blog u ile daha ilerde detaylı bir post yazacağım; zira her ebeveynin bebek yapımında bakımında ve bozulduğu takdirde onarımında yardım alabileceği bir bilgi kaynağı. 

İşte dostlar benim iki silahım bunlardır.  Ama tabi hakkını yiyemeyeceğim 2 süper insan da vardı.  Annem 30 gün nerdeyse bizdeydi. Gitti geldi sonlara doğru. 3 haftasını 2li bir koltukta kıvrılarak uyuyarak geçirdi.  Sabah akşam benimleydi; bizimleydi. Heralde o olmasaydı hep beraber ben Murat Göksel çürürdük:) Bir de gönlümün kahramanı Göksel. Murat'ın ilk bezini o değiştirdi.  O günden beridir dibine kadar müşterek ebeveynlik yaşatıyor bana. Memesinden süt gelse onu da esirgemeyecek adam nerdeyse. Her lohusaya böyke bir ekip böyle bir donanım dilerim.

Herşey ve herkes benim tarafımda olunca kim korkar lohusalık depresyonundan! Korkmadım ben de. Bir kez sucuyu arayıp 15 dakika gecikti diye telefonda ağlamışlığım var o kadar:) O da lohusalığın şanından yahu!!;)