Emziren Anne: 2015

Mart 27, 2015

Tası Tarağı Toplayın, Taşınıyoruz!

-Yahu sen kaç sene emzireceksin?

-Vallahi hedef 2 sene. İşte kısmet, o arada 2. ye karar verirsek onu da emzirmek istiyorum. Aşağı yukarı bir 5-6 sene sürebilir emzirmeyle vedalaşmam.

-He o zaman 6 sene sonra blogu kapatacak mısın? Yoksa eskidenemzirenanne / artıkemzirmeyenanne mi olacaksın? Yav değiştir şu ismi yav!

Bu şu bloğun kısacık ömründe kim bilir kaç kez yaşadığım bir diyalog. Bu işte bir iş var dedim; yoksa isim tutmadı mı? Acaba uzun vadeli olmaz mı bu isim? diye düşündüm ve 2 saniye sonra fark ettim ki, evet,  ben hep emzirmeyeceğim:)

Bir zamandır bitim kanlandı bitim kanlandı diye yazıyordum zaten. Genel tarzım olarak heyecanla bir işe kalkıp, bir gazla alelacele bir karar vermek istemedim bu sefer. Yoksa "Heh bu isim daha güzel oldu" diyerek kalkıp "şuanemzirenanne" gibi çok akıllıca (!) bir çözüm getirebilirdim yoksa. Ben de yaklaşık 1 ay konuyu şöyle bıraktım suyun üzerine kendi kendine salınsın. Dalgalarla rüzgarla bir gezsin bakalım, sonunda hangi kıyıya yanaşırsa oradan karaya ayak basayım dedim :) Gezinirken beynimde, yazılarımı okudum; kelimelerime bakındım ortaya kim çıkmış diye. Nasıl bir anne olmuşum ben? Bu bloğu izleyen insanlar "Dur bakalım bizim ..... yine ne yazmış?" derken; ben onların neyi oluyorum? Sıfatım nedir?

Aklımda beliren sıfatlar arasında ilk ve en çok içime sinen sıfatı aldım girdim Godaddy'ye. Baktım domain'i boş mu diye; boşmuş. Çok yakın arkadaşlarımdan oluşan bir gruba kamuoyu yoklaması da yaptıktan sonra onlardan da tam puan aldığı için Göksel'le benim gerçekten de emziren bir anneden çok öyle bir anne olduğuna karar verip o domain'i aldık. Hah! Hayatımda ilk defa kendi kendime böyle bir işe girdim. Ben kiiiiim internet sitesi kurmak kim :)

Neyse ki web dünyası yıllar evvel benim gibi kelimelerinden teknolojiye beyninde yer kalmayan ( hadi oradan üçkağıtçı!:) ) insanlar için adım adım bu işler nasıl yapılır anlatan sunumlar, siteler açmış.

Bu uğraşlar da ayrıca bir 2 haftadır devam ediyor. Zaten bunun 10 günü evde tek başına geçti, bildiğiniz gibi. Nasıl travmaysa daha kendime gelemedim.

Şimdi siteyi hazırlıyorum. Kısa zamanda artık tamamen oraya taşınıyorum. Bana daha da yakın, çok yakın bir yerden aldım bu sefer evi; beni bilen çok sevecek orayı. Pek havadar:)

Siz beni Emziren Anne tanıdınız ama hikayelerini okuduğun kadın zaten hep çaylak bir anneydi ;)

Mart 24, 2015

Evde Tek Başına vol.3

Ah Göksel dönecekti de, Cumartesi akşamı Murat'ı beraber yıkayacaktık. Sonra onu uyuttuktan sonra oturup haftalarımızın nasıl geçtiğinden bahsedip tatlı tatlı Survivor'a söylenecektik...

Hayaller hayaller. Ama hayat insanın hiç de planladığı gibi olmuyor.
(Burada fonda uzaktan acılı bir bağlama sesi peydahlanır..)

Cumartesi Göksel eve hasta geldi. Hah işte kaderin falsolu topu! Göğsümde yumuşatıp kornere çıkarttım demek isterdim ama maalesef gol oldu.

3 gündür evin kurtarılmış bölgeleri var. Murat Zone ve Göksel Zone olarak ayrılmış odalar, koltuklar, yastıklar, bardaklar... vs. Her bölgeye giriş izni tabii ki sadece bende. Enfekte alana girip çıkarken zırt pırt ellerini yıkamaca, ortam havalandırma da cabası.

Sen misin bir bebeğin yükü ağır geldi 1 haftada diyen? Al sana 2 bebek ! 1'i hele teee 35 yaşında ve hasta!

Şuradan sesimi duyurabildiğim babalara sesleniyorum. Hatta dur dur; sadece baba değil, bir kadınla yaşayan bütün erkeklere sesleniyorum. KENDİNİZE İYİ BAKIN! Sağlıklı kalın! Allah'ınızı seviyorsanız hasta olmayın! O yanınızdaki kadına acıyın, kendinize iyi bakın.

Nedense hasta olan erkekte hastalıkla beraber başka bir durum da ortaya çıkıyor. Buna bütün hastalıkların yan etkisi diyebiliriz. Bu durum mızmızlanma ve söylenme gibi semptomlarla ortaya çıkıp, hastalığın ilerlemesi ile çemkirme, hastalığın abartılarak yardıma muhtaç bir haldeymiş gibi kendini lanse etme gibi daha zorlayıcı hallere dönüşebiliyor.

Ben Göksel böyleydi demiyorum, asla! O da farkında hayallerimin suya düştüğünün. Hatta sadece hayallerim değil; ben de göl kenarında oynarken suya düşmüş, üstünde sudan ağırlaşmış paltosunun ağırlığı altında küçücük kalmış saftirik bir kızcağız gibi başım önümde ayaklarıma baka baka geziniyorum evde. Baya hayaller, üst baş batmış durumdayım.

Murat'tan evvel daha da nazı geçen kocam, artık gerçeklerin farkında olacak ki bu hastalıkla gelen nazlanma sendromunun pençesine düşmedi bu sefer çok. O da farkında ne ben ona eskisi gibi yetebilirim ne de kendisinin çok dağılıp ayılıp bayılmalara fırsatı var. Zira ayılıp bayılacak alan tahsis edilmedi kendisine bu sefer. Yavrucuğum yazık kendi halinde hastalığını yaşıyor; veriyorum ıhlamurunu adaçayını içiyor, limonunu ye diyorum "Yeaaaa ama bunun beyaz kısmı acıı oliiyeaaaa" demeden "Evet canım, C vitamini di mi? Yiyeyim?" deyip yiyor. Maşallah kuzu gibi :)

Hatta o kadar aktif bir kuzu ki, bana bile sardı.

Ellerini yıkadın mı? Bilgisayarı demin ben kullandım çünkü. O bardağı makinaya ben koyayım sen elleme, dur sana bir sandoz yapalım. Ne! Üstünü mü çıkarttın sen? E üşüyeceksin! Esra... nasıl hissediyorsun? Var mı bir şeyin?

Ben de hiç böyle bir hasta koca modeli ile karşılaşmadığım için şaşkınlıkla cevap vermeye çalışıyorum. Demek ki dedim ya ben önceden yanlış yapıyordum aşırı ilgi göstererek ve onu bunu manipüle etme fırsatı sağlayarak, ya da  önceden benim o kadar da yorulmadığımı ve biraz daha efor sarf edebileceğimi düşünüyordu. Ya da Murat karşısında baştan yenik başlayacağı bir yarışa soyunmayarak akıllıca bir yol seçti kendine.

Sebebi ne olursa olsun bu mecradan da kendisine kendi yağında kavrulan bir hasta olduğu için tekrar teşekkür ederim:)

Ama tabii bu bile benim gözlerimin bir uykusuzluktan kan çanağı gibi olmasına engel değil. Aman canım, bahsetmeye değmez tabii. Uykusuz olamayan anne mi var zaten? Yazmadım farz edin bu son cümleyi.

İlk evde tek başına'da yaptığım gibi bir checklist yapacak olursam, değişen çok şey olduğunu görebiliriz:

Yemek - dışardan
Su - Çok şükür var
Ev - dağınık ve temizimsi (çok zorlama Esra)
Murat - yıkandı, tok, temiz, uykuda
Baba - Hasta, tok, temiz, uykuda
Anne - tok, pis, yorgun, uykusuz

Sonuç: Bekar ya da bir sebepten tek başına bebek büyüten anneler, sizi toplayıp Orta Doğu'ya salsak ne IŞID kalır, ne başka bir şey. Tertemiz olur oralar; çölü kumu pisi gider hep bağ bahçe olur! O kadar  gönülden inanıyorum, onların yapamayacağı şey yok.

Bu da benden akşam akşam dumanı üstünde bölgesel çözüm önerisi!

Mart 21, 2015

Evde Tek Başına vol.2

18.03 - 21.03
06:00 -
 
Murat uyandı...
 
%&%+^+%&/&%%//%+'''^++^'!é'^++'!é!'+%/)08631é!'++%%%^'éé''+%


 
 
(Hı? Ne? Ne oldu ya? Heh evet)
 
Eeeee bugün Göksel geliyor. Neticede çok da zor değilmiş canım. Eşsiz de 3 -5 gün bakılıyormuş.
 
(ZzZzZzzzz....)

Mart 17, 2015

Evde Tek Başına vol.1

Göksel zorunlu bir iş seyahati yapmak durumunda kaldı ve biz Murat'la macera dolu haftamıza başlıyoruz!

16.03.2015
11:00 - 18:00

Her şey her zaman olduğu gibi rutin işledi. Pazartesi olduğundan günlük gezintimizi semt pazarında yaptık. Murat'la atladık gittik. Bu hafta dışardan yemek söyleme potansiyelimi köreltmek için (e hadi dene bakalım...:) O Multinet o masada kuzu gibi yatarken, bu çabalar çok gülünç sevgili Esra! ) bol bol sebze meyve aldım. Yemek yapıp, onları bitirmek zorunda kalayım diye.

Eve geldik, oynadık. Yemek yaptım, banyosunu hazırladım. Banyo, yağlanma-masaj, uyku seansını Gökselsiz zorlana zorlana tamamladık. Sanırım Murat da hissetti; normalde banyoda mutlu mesut bizi ıslatırken çok huysuzdu. Neyse ki uyudu.

17.03.2015
06.25

-Yapma Murat yaaa. Yapma be annecim. Bari 7 olsaydı saat. N'olur esneme! Aghhhh.. Esnedi ya. Uyandı adam.

07.35

-Aha esnedi. Erken uykusu geldi. Zibidi seni. Demiştim sabah erken kalktın diye. Hadi uyuyalım annecim. Ben de yatarım bir 1 saat daha efsane olur, ilaç gibi olur, dökülüyorum.

08.09

- Pof.. Tam dalıyordum ya. Neyse en azından uzandım. Geldim Anneeeciiiğğiiiim :)

11:30-13:30 - Öğrenci geldi. Murat annemle.

-Hııı hııımmm.. hımm evet.. Olduu... (Ay ne dedi çocuk yaa... Acaba uyudu mu Murat? Dur soru sordu galiba, sustu bana bakıyor) Efendim? Hıh?
....
Eve döndüm. Yeni uyutmuş annem. Yemek ,kahve, sohbet, duş(Yaşasın!) ..vs. Murat uyandı.

17:00 - 21:34(Şuan)

Murat son gündüz uykusundan uyandı. Bu önümdeki 2.5 saatte yemek ısıtmam, yemem, banyosunu hazırlamam, emzirmem, altını değiştirmem, yıkamam, yağlayıp masaj yapmam, oğlanı uyutmam, pompa malzemelerini yıkayıp hazırlamam, bulaşık makinesini boşaltmam, (su bitmiş ya) su söylemem, ebebek kargosunu aşağıdaki posta odasından(kargocu geldiğinde günlük gezentideydik kaçırdık) almam gerekiyor. Ben bunları yapar mıyım? Bence yaparım!

Sonuç:
yemek ısıtma, yeme - TAMAM
banyo hazırlık, yıkama, masaj, yağ- TAMAM
pompa - TAMAM
kargo- TAMAM
su- sucuya helal olsun! Akşam 7 de getirdi suyumu. Loğusayken telefonda adamcağıza su geç geldi diye ağlayarak bağırmamdan sonra pek sohbetteyiz kendisiyle:) TAMAM
bulaşık makinesi - halen temizler içinde :(
dolayısıyla lavabo ve fayans kirli dolu :(

Ben tok ve temizim, Murat tok ve temiz, varsın mutfak pis olsun :) Bu iki gün şimdilik çoooook yorucu olsa da halen hayattayız. Bakalım önümüzdeki günlerde neler olacak :)

Mart 15, 2015

Slingden Kanguruya Geçiş

Sling Wrap'le yaşadığım aşkı defalarca burada da bahsettim. Murat doğduğundan beri benim hayat standartlarımı yükselten bir gereç oldu. Hem Murat'ın hem benim uyku ve yemek düzenimizi kurabilmemizi sağladığı gibi; ilk aylarda bebeğin ihtiyacı olduğu anne kokusunu ve güven duygusunu da bu şekilde sağlamış olduk.

Hem Murat mutlu oldu hem ben kısacası. Yalnız Murat'ın 5 aylık olduğu şu günlerde artık fark ediyorum ki wrap'in yetersiz kaldığı bazı durumlar söz konusu olmaya başladı. Öncelikle Göksel wrap'i bağlayamıyor:) Bir türlü öğrenemedi , öğrenmek istemedi. Ama "bebek giyme" heveslisi bir baba. Dolayısıyla onun şanına (!) yakışır bir taşıyıcı bulmam gerekti. Zira sling wrap'in 5 metre oluşu, bizlerin bellerimize 3 defa 4 defa dolasak dahi artık kalması, Göksel'i ne onun sağlamlığına (Ya o düğüm açılır gibi sanki Esra, bir defa daha düğüm at!), ne de rahatlığına (Murat nefes alabiliyor mu orda rahat? E ağzı gözükmüyor. Bak bak, kenarını kemiriyor Esra! Yıkadık mı biz bunu aldığımızda?) yeteri kadar inandıramadı. Daha "oturaklı" bir taşıyıcı almalıydık.

Dolayısıyla her konuda olduğu gibi bu konuda da olay şuna geldi: "Esra sen bir bak bakalım; doğrusu nedir? Nerden nasıl bir şey almalı? Sonra konuşalım karar verelim". Ben geneli tarar kaba araştırmayı yapar, seçenekleri eler ve Göksel için rafine bir seçenek tepsisi hazırlarım; paşamla sonra o daraltılmış listeden uygunu seçeriz. Bizim genel olarak aileyle alakalı her türlü seçim süzgecimiz bu şekilde işle. Ben kevgir, göksel tülbent görevi görür :)

 Aradım taradım, sonunda Türkiye'de alınabilecek iki seçeneğe eledim Ergobaby'nin klasik modellerinden biri ya da Boba 4G. Ergobaby eski bir marka. Ama nedense geçenlerde çıkarttıkları 360 ile yarattıkları reputasyonu biraz zedelemişler; şaşırdım. 360 modeli normal modellerden farkı bebeğin yüzü dışarı dönük olarak da taşınabilir olması.

Ama bebek taşımaya başlarken ilk söylenenlerden biri bebeğin yüzünün dışa dönük olarak taşınmasının tavsiye edilmiyor oluşu. Sebeplerini tuniko.com'da detaylarıyla okumak isteyebilirsiniz ama kısaca bebeğin aşırı uyarılmasını ve omurgasının doğal C şekline aykırı bir pozisyon olmasını söyleyebilirim. Yani bebeği önde, arkada ya da yanda nerde taşırsak taşıyalım hep kendimize dönük taşıyoruz. O zaman da 360'ın çok da bir anlamı kalmıyor. Çünkü Ergobaby klasikler zaten geri kalan fonksiyonları açısından 360 dan farksız.

Boba ise hem tasarım hem kullanılan materyal hem hafiflik hem de taşıma kolaylığı açısından, bence çok iyi bir taşıyıcı. Satın almasam da kullanma şansım oldu ve son derece memnun kaldım.

Çok arada kaldık Göksel'le Ergobaby mi Boba 4G mi derken bir şekilde 2 gün içinde evimizde kendimizi Ergobaby Chai Mandala Organik Taşıyıcı ile bulduk :) Tek pastel bir renk istiyordum, tam ona göre bir taşıyıcı bulduk :)

Tam da istediğimiz gibi hem benim he de Göksel'in rahatlıkla kullanabileceği bir taşıyıcı sahibi olduk. Aklım Boba 4G'lerde çooook kalsa da bunu da çok beğendim :) Ama bu gidişle evimizde taşıyıcı merdiven altı satış tesisi yapabilecek bir potansiyel gördüm kendimde.

Millet oğluna papyon, kızına tütü alır biz taşıyıcı alıyoruz arkadaş:)

Bu da çiçeği burnunda bebek giyen baba. Kameralara poz vermek istemeyip depar atsa da kendisini uzaklaşırken yakalayabildik.


Mart 11, 2015

Annesin Sen Anne Kal!

Ben daha 30 yaşında bir insanım. Kız kardeşim, evladım, eşim, anneyim, arkadaşım.. vs.

E bu kadar mı? Bunlar benim dışımdaki insanlarla olan ilişkilerimin tanımladığı etiketler.

Ben bunlardan ibaret değilim tabii ki. Ya da ben öyle olduğumu düşünmek istemem.

Mesela başlangıç seviyesinde gitar çalarım. Hamile kalmadan evvel ders alıyordum; dün çıkarttım bir oktav notalara bastım çok hoşuma gitti. Murat'ın da gitti tabi:)

Ondan sonra sıkı bir dizi film izleyicisiy(d)im. Göksel isyanlarda. Artık hiç film izleyemiyoruz benim yüzümden diye. O kadar uzun boş vakit bulup da bir oturuşta film izleyemiyoruz ki canım! Bölük pörçük de sevmiyorum.

Aradan 3 saat geçiyor bir açıyoruz;
 "Bu kimdi şimdi? Kocası mıydı, sevgilisi mi? Ay bunlar şimdi ne CIA mi ben anlamadım? Biz bu filmi mi izliyorduk ya ben bu kadını hiç hatırlamıyorum (çünkü ilk sahnesi!)" gibi anlar yaşıyorum. Haliyle Göksel'e de gına geliyor. Açıyoruz sonra 2. sınıf aksiyon diziler. Yarabbi hayatımda bu kadar kötü diziler izlememiştim. İsim koyduk onlara. İzlerken dedim "OOooo! this is some quality TV" (Çok kaliteli bir şov) , oradan kaldı "quality TV". Göksel artık sorarken normal film mi açayım yoksa quality TV mi? diye soruyor. O dizilerin de faydası çok ama; günahlarını almayayım. Böyle boş boş ekrana bakıp gözler açık uyku modunda vakit geçirmek isterseniz işte aradığınız bunlar! Şimdi isim vermek istemiyorum ( zaten hatırlamıyorum) ama illa soran olursa yorumlara yazarım bakıp isimlerine.

Kendi çapında rüzgar sörfü yapmaya çalışan birisiyim. Her yaz gideriz, 3-5 gün debelene debelene vakit geçiririz board üstünde. Tatillerimiz nedense böyle kas ağrısıyla, çürükle, yarayla, bereyle geçiyor hep bizim. Yazın sörften, kışın kayaktan dönünce 3 hafta da kendimize gelebiliyoruz. Evet çok dingin geçiyor adı üstünde "tatil"lerimiz. Artık Murat'la aynı performansı gösterebilecek miyiz yoksa 10 numara 5 yıldız her şey dahil tatil köyüne gidip "Canım ben şöyle bir 5 gün uyuyacağım, beni Pazar günü uyandırırsınız" deyip havuz başında şezlongda uyuya kalan tiplerden mi olacağız? merak ediyorum.

Şimdi bir şey daha yazacağım ama gülmeyin. Müzik. Ben müzik dinlemekten zevk alan, bakkala bile kulağında kulaklıkla giden, metroda dinlediği şarkıyı mırıldana mırıldana gittiği için yanındaki teyzelerden dirsek yiyen birisiydim. "He şimdi bu da özellik mi kız? Herkes müzik dinler! Sen de! Hıh! Gülünç olma" diyebilirsiniz. Demeyin. O müzikleri dinleyemiyorsunuz canım bazen. Bazen müzik açılacağı zaman baby joy gibi radyo bebek gibi uygulamalar açılıyor ve sabahtan akşama kadar zibidi çocukların ya da kadife(!) sesli sanatçıların mırıııl mırrııııl söylediği bebek şarkıları dinleniyor sadece. İyi, hoş, güzel, iyi ki var bunlar da, bazen insanın içi şişiyor. Ruhunu hep böyle bebek maması kıvamında müzikle beslersen bir noktada ruh yok isyan ediyor "Nerede benim rock'ım? Nerede benim jazz'ım blues'um? diye tepiniyor derinin içinde. Arabada dinleyebiliyorum ancak kendi istediklerimi. İlkin sevinmiştik Göksel'le. "Vay anasını! Tam anasının babasının oğlu! Adam Faith No More'la, Iron Maiden'la, Beastie Boys'la uykuya daldı. Helal!" deyip göğsümüzü kabartmıştık; OYS'de derece yapmış oğlumuz için televizyona röportaj veriri gibi. Kısa zaman geçtiğinde anladık ki Murat o kadar da seçici değil. Arabada hemen hemen ne çıksa uyuyor. Bir anda kaydırma yaparak şansa derece yapmış bir öğrenci oluverdi adam Rihanna'yla uyuyunca. Biz de baştan esir olmayalım arabada da bebek müziklerine alışsın kerata bizim kanallara dedik ve o yolda devam ediyoruz. Umarım diğer her büyük konuşmamızda yaptığımız gibi bunda da tükürdüğümüzü yalamayız :)

İyi kötü okur-yazarlığım vardır. Geçmiş zamanda bırakmadığım, sıkı sıkı tutunup Murat'la şimdime taşıdığım yegane bileziğim herhalde. Halen (çoooooook yavaşlasam da) okurum ve bu blog sayesinde de yazarım.

Adında anne var diye bloğun, annelik üzerine yazıların da olması, ileride de sadece annelik üzerine yazacağım anlamına gelmesin yalnız okuyucum. Her şeye bulaşma hakkım saklı tutarım; zira günü gelir dolarım taşarım kusarım buralara;  bu da nereden çıktı demeyin bana.

Zaten yine bir kaşıntı tuttu beni; bir değişiklik şart gibi gibi. Saçlara dokunamıyorum malum, boyatmıyorum bile. E kıyafet desen alamıyorum bu halde; kabinler bana dar geliyor (baya dar, ben kocamanın onlar dar), demek ki burayla oynayacağım :)  Birkaç adım attım; hadi bakalım hayırlısı kısa zamanda görürsünüz sizler de zaten. Ya burada ya facebookta ya twitterda.

Neyse, Yine sarmaşık gibi dolandım durdum sayfada da gelemedim kıssadan hisseme. Dünya emekçi kadınlar gününü de geçirdiğimiz haftada beni alan düşüncelerdi bunlar halbuki, geç kaldım yazmaya.

Diyeceğim şudur ki; Anne olmak kutsal, ulvi, abidik gubidik, büyülü, flu böyle şok şukela bir şey değil. Anne olmak isteyen her kadın anne olur (lütfen doğurmakla anne olmayı karıştırmayın), istemeyen olmaz. Anne olmak yutan eleman değildir; anne olunca bütün sıfatlar sıfırlanmaz. Kadın başka şeyler oldukça daha iyi anne olur, iyi eş olur, iyi insan olur. O yüzden anneysen anne kalma sayın okuyucu; başka bir şeyler daha ol. Arkadaş ol, eş ol, gezenti ol, ne istersen ol. Son tahlilde, bir şeyler daha olmayı iste sevgili anne ki, arada anneliği askıya as ki, özle onu; koşa koşa git al askıdan geçir üzerine zamanı geldiğinde kokla yakasını "hımmm... ohh.. mis gibi. Çok özlemişim" diyebilesin.


Mart 07, 2015

Çorba Yer Gibi Severim

Bir maruzatım var. "Çok yoruldum, ah bu hayat beni bitirdi. Aman bu çocuk çok fena ya hiç durmuyor" gibi bir isyanım yok; yanlış anlaşılmasın. Benim isyanım başka bir "Bu çocuk hiç durmuyor" vakası. Ya bu çocuk gerçekten hiç durmuyor. Basıyorum orasına burasına, tak tuk deniyorum bakıyorum pause tuşu var mıdır  çocuğun diye ama bulamıyorum. Adam durmadan büyüyor, değişiyor. Ya 1 saniyesine doyamadan hoop 3 ünü 5 ini kaçırıyorum. Hay bin kunduz! Dur dur gülüşünü yakalayacağım derken hooop adam uyumuş. Uyurken yanaktan akan salyayı yakalayayım derken hooop adam uyanmış emziriyorum.

Hamile kalmadan hep bu tip konuşmalar yapan annelere uyuz olurdum. "Pfff... Yani iyi tamam sevimli biraz da yani neymiş arkadaş bu aşk bu sevda? Ayrıl da gel bir kere de!". 'Of Dilayylalaylaa inanmazsınız bugün tam 3 parmağını ağzına soktu yaa.. Daha dün sadece 2 tane sığıyordu. İnanılır gibi değil! Büyüyorlar valla çok hızlı!' diyen insanlardan müsaade isteyip kapının önünde bir sigara içmek için hızlı adımlarda karda, soğukta masadan uzaklaşırken; bugün kendimi şöyle yakaladım;

Ben: Gökseeeel, Gökseeeel bir bak yaa bir baksana. Ay kaçırıyorsun ama

Göksel o sırada bilgisayarda oyun oynuyor ve çok önemli kritik olaylar dönüyor sanırım o an oyunda.

Göksel: Efendim canım, ne oldu? ( Bu sırada henüz gözlerini ekrandan ayırmış değil. Bana alışkın olduğu için önce bir durum nedir onu öğreneyim diyor akıllı. Boş yere oyunda ölmekten yoruldu tabii adam.)

Ben: Ay sırt üstünden karın üstüne ilk defa dönecek sanırsam birazdan. Ayy ay ay bak şimdi. Yok bana bakıyor... Heh bak bak bak şimdi bak! Ay yine bana bakıyor. Sanırım ben bak bak bak diye bağırdığım için durup bana bakıyor. Ama valla dönecekti şimdi durdu ya.

Göksel ben her bak bak bak dediğimde kalkıp bakıyor ve Murat'ın eli ağzında bana baktığını ve dönmediğini görüyor ve tahmin ettiğiniz gibi ne Murat'ın dönmesini görebiliyor ne de oyunda galibiyeti:)



 Göksel: Heeyy şeytan çekici seni yaa! Nasıl sevimli adam, maşallah.

(Bunun ne demek olduğunu dün öğrendim. Efenim ben şeytanı bile çeker yani o kadar çekici ki şeytanın bile aklını alır anlamında kullanıyor sanıyordum (Bazen MR çektirip beynime bakasım geliyor nere işler ters gitmiş diye), meğerse şeytanın çekici anlamında kullanılırmış. Yani şeytanın çekici gibi her yeri dağıtan toz duman eden manasında. Ev 7/24 toz duman olduğu için Murat'ı olağan şüpheli bellemiş belli ki Göksel. Yazık sebil daha 1 yaşına gelmeden günah keçisi oldu yavrum ! :)

Ben tabi bu sırada yaklaşık 3-4 dakikalık Murat'ın neredeyse döndüğü ama sonra benim cırtlak sesime dönüp duruşunu ve beni izlemesini içeren bir video çekmiştim bile!

Ya buraya yazarken utanıyorum. Skandal! Sen böyle mi olacaktın Esra? Vah vah.. Titre ve kendine gel kadın!

Neyse dursun burada ki, arada aç aç oku; kendine gel. Yoksa sen böyle kimse laf etmez diye diye iyice her gün ufak ufak karanlık tarafa kayacaksın. Bir gün gelecek bir bakacaksın Murat olmuş sana Murikolokkoo ve telefonundaki 385767392 fotoğrafı her gün bütün eşe dosta saatlerce gönder gönder bitiremiyorsun.

İşte hep "lise bitti üniversite, hadi bitti yüksek lisans, hadi evlendin şimdi çocuk" gazı yüzünden oluyor bu. Fark etmeden insanın etinden gözeneklerinden içeri sızıveriyor kelimeler, kendi düşüncen oluyor, halin oluyor tavrın oluyor. 

E iyi güzel işte, Murat da büyüyor. Bir şekilde iyi kötü yuvarlanıp gidiyoruz. Peki şimdi ne yapmalı?
Sürekli "ilerici" mi olmalı hayat? Biz biraz sakin olsak daha iyi olur sanki. Hep ileri gitmese hayat, ara sırsa durağanlık da iyi gelir.

Daha dumanı bile tüterken anlarının hemen fotoğrafını bastırıp duvara kaldırmasak, tozlanmasına mahkum etmesek? Biraz daha kalsak o anda.

Murat da kalsa bizle. Benim zamanım yavaşladı da O Mika Hakkinen gibi, viraja bile gazla giriyor (90'ların sonunda 2000'lerin başında F1'i keyifli kılan adam, Schumacher'in canının sıkılmasını engelleyen rakip. Ne güzeldi Schumacher&Barrichello vs. Hakkinen&Coulthard günleri ...hey gidi. Ve evet iyi bir F1 izleyicisiydim)

O yüzdendir ki diyeceğim, ben hala Murat'ın orasına burasına basıyorum ki belki bir pause tuşu bulurum diye. Biraz Murat'ın tadına varırım. Küçükken ben çorba içmezdim; yerdim. Ekmeğimi parça parça yapıp içine atardım da suyunu çekmesini beklerdim sonra yemek gibi çatalla yerdim çorbaları. Murat'a da ekmek kırsam da çorba "yer gibi" çatalla yesem? Banmak yetmez çünkü.


Mart 04, 2015

Anne Sütünde 3.-4. Ay Gibi Görülen Azalma Olur mu?

Bu aralar nedense beni de bir telaş bastı bu Murat Bey'imizin biberon almayışından dolayı. Artık git gide daha fazla süt ihtiyacı oluyor Murat'ın. Bir kaç ay sonra ek gıdaya başlayacağız ama şimdilik sadece anne sütüyle yola devam ettiğimiz için bu tedirginliğim.

Geceleri aylardır uyanıp sağdığım dolaptaki sütlere de güvenemiyorum, sağ olsun kuzumun hiiiç biberon almaya niyeti yok. Neyse ki boşa gitmiyorlar ( bkz. Süt Annesi oldum vol.1 & vol.2 )

Bu geceleri kalkıp uykudan feragat edip sağmaya çalışmalar aslında biraz da 2. ay civarı ben de başladı. Daha doğrusu o aralar tutuştum diyebiliriz. Bu arada bu göğüs pompaları hakkında da yeri gelmişken 1 - 2 kelam laf etmek isterim. Phillips Avent var bende elektrikli. Şuana kadar fena değildi ama verim çok alamamaya başladım. Yani sağma bittikten sonra elle devam edince daha baya geliyor. Demek ki meme yapısıyla doğrudan alakalı alınması gereken pompa. Bu yüzden gaza gelmeyin sevgili hamileler be daha 30. haftadan pompa almayın. Gidin kiralayın deneyin ve size en uygununu seçin. Mesela ben şuanda gidip yeni pompa alacağım maalesef. Çünkü hem gecenin bir yarısı uykudan çalıp 20 dakika oturup hem de sonrasında hala boşalmamış memelerle uykuya dönmek istemiyorum.


Neyse dönenim konumuza. Ocak ayı sıralarında okuyan bilir babam gibi sevdiğim eniştemi kaybetmenin acısından mıdır yoksa o dalgınlıkla su içmeyi mi azalttım bilemiyorum ama sanki sütümde bir azalma hissettim. Nasıl mı hissettim? Baya baya boynumu aşağı çeken kuvvette azalma oldu da oradan! Sanki yer çekiminde bir hafifleme oldu;  bir yerden havalanarak yürüme modu, eskisi gibi, daha dik yürüyebilme yetisi kazandım:)

(Yani okuyan da zannedecek ben Nadide Sultan gibi geziyordum ilk zamanlar :) Yok tam olarak öyle değil. Ama doluluktan ağrı yapardı çok; o bir gerçek)

Ben de geceleri Murat uyurken onu emzirdikten sonra yatmadan evvel sağmaya başladım. Öyle öyle 3 -5 hem sütler birikti hem de gerçekten de sütte bir artış oldu. Zaten doktor kontrolünde de kilo alımı gördük. Ama ben hala o eski doluluğu hissedemiyordum. Sardı beni bir telaş.

 Acaba bu çocuğu sık emziriyorum da ondan mı kilo alabiliyor?

Şimdi artık 3 aylığı geçti. Emzirme aralıklarını açınca aç kalacak mı bu çocuk?

Hatta bir gece sağmadım, bakayım dedim sabaha yine taş gibi olacak mı. "Fıssss nerdeeee! Yine dolmamış! AAA! E niye böyle oldu ki?" diye ipimi bağladığım sabitimden koparmış gibi bir oraya bir buraya dolanıp cevap ararken, öğrendim ki bu normalmiş.

Ohhh... Dünya varmış! ( Ay amma telaş yapıyorsun Esra ya! Normal olmasa ne olur? Denersin emzirme kampı, ten tene temas bol bol. Olmadı verirsin destek için formül mama. Nedir yani?!)

Normal olan neymiş peki? Benim gibi çaresizce internette dolanıp ne yapsam ne yapsam diye gezinin bir leyla anne daha olursa okusun rahatlasın.

Vücut makine gibiymiş efendim. İlk 3 ayda bebeğin emzirilme düzenin göre memeler bildiğiniz bebeğin emme sıklıklarına göre bir ayar yaparmış 3. aydan sonra ve memeler eskisi kadar dolu dolu olmazmış bundan dolayı. Ama yine de bebeğe ihtiyacı kadar süt üretirmiş, heyecana gerek yokmuş. İlk aylarda bir memeden emzirirken öbüründen süt gelmesi gibi nahoş durumlar bu düzenleme sonucu ortadan kalkıyormuş ve zırt pırt üst baş değiştirmek zorunda kalmıyormuş çilekeş analar:)

Bunu öğrendiğim de bir rahatlamayla gelen "Vay anasını batılı yapıyor yahu!" dercesine şaşırdım kaldım insan vücudunun bu maharetlerine. Yaratıcı güç nasıl bir şeyse batılı medeniyetlerden bile ileri! :)

Kaynak neresi derseniz, benim için emzirme konusunda çooook büyük dayanak olan Bebek Yapım Bakım Onarım bloğu tabii ki. Hamileler şimdiden bir girsin karıştırmaya başlasın. Akıllarının bir köşesine yerleşsin oradaki bilgiler ki sonradan tansiyon yapmasınlar kendilerine gereksiz benim gibi.

Böylelikle yine bir "ben ettim sen etme cağnım hamile, bir laf dinle" adlı yazımızı daha sonlandırdık. Hepinize iyi akşamlar efem:)

Mart 01, 2015

Annezen'de Bebek Yogası

Hamileliğimin çok sakin, huzurlu ve sağlıkla geçmesinin etkenlerinden bir tanesi Annezen Yoga Stüdyosu ve hocam Ayça Yılmaz Gülseven'di. Yazın boğucu sıcakları hariç her hafta  ya da 2 kez mutlaka koşarak gittiğim bir Stüdyo'ydu Annezen.

Kalamış'ın sakinliği ve yeşili içinde bahçenin kapısından girdiğin anda başlayan bir yumuşama olurdu bedenimde. Bahçede apartman sakinlerinin sevgiyle büyüttükleri yavru kediler karşılar beni ve peşimden ayrılmadan kapıya kadar eşlik ederler. Tabii ki, kapıdan benimle içeri fırlayıp hemen giriş katında bulunun Annezen'e benden önce dalıvermeye çalışırlardı:)

Sonra Ayça beni kapıda karşılar ve dersten önce oradaki diğer arkadaşlarla mutlaka kısa bir sohbet ederiz. Yogaya geçtiğimizde ise gerçekten kanımın daha hızlı aktığını, aldığım her nefesin daha da fazla hücreye hayat verdiğini hissederdim. Gerçekten her nefesi hissederdim.

Ben hamile yogasına başlamadan evvel, burada daha önce de bahsettiğim yoga hocası arkadaşım Yelina'yla konuştuğumuzda, bana yogaya mutlak suretle başlamamı tavsiye etmişti. Ben de saf gibi  hamile yogasının (adı üstünde hamileler için olduğunu bildiğim için) tamamen nefes alıp vermekle, 3-5 esneme gevşeme hareketiyle ve bir kaç pozdan ibaret olduğunu varsaymıştım.

Ay ne kadar yorabilirler ki hamile insanı? Kendini zor taşıyor bir yerden sonra bu kadınlar, demek ki zorlayıcı değil gevşetici rahatlatıcı pozlar olmalı.

Heeee canım hee. Bu hayatımın sabiti ya. Hayatımda her şey değişir bu saf şuursuzluk değişmez; benim canım sabitim.

Her yoga dersinden sonra Ayça dersin nasıl geçtiğini sorduğunda söylediğim gibi, "Kan, ter ve gözyaşı içinde!" geçiyordu dersler :) Şaka bir yana, evet, çok çok fazla terlerdim ama her ders çıkışında bir o kadar da rahatlamış hissederdim. Sanki döktüğüm her ter damlasıyla kaslarımda etimde biriken sıkıntıyı ağrıyı da atıyordum vücuttan. Öyle bir meretti bu yoga!

 Ondandır ki, sabah kalktığımda başımda ağrı varsa Göksel bana "Bugün gitme istersen" dediğinde "Esas bugün gitsem iyi olur" derdim. Ve dersin ilk 10 dakikasında yaptığımız meditasyon sonrasında ağrıdan eser kalmazdı.

Bana sabahlara kadar nefesin öneminden bahsederlerdi önceden de kulak arkası yapar, "hee ya hee" der geçerdim. Ama nefesin farkına varabildiğinde onun gücünü de anlamaya başlayabiliyorsun.  Annezen'in sitesinde şöyle der mesela hamile yogası için ;

"Yogada asana (poz) ve nefes bir bütün. Hareketler nefesle birlikte akıyor. Hamilelik döneminde öğrenilen ‘yoga nefesi’ ve nefes teknikleri doğru nefes alımını sağlıyor; hamilelikle birlikte artan oksijen ihtiyacını karşılıyor; beden ve zihnin dengelenmesine böylece endişelerin yatışmasına yardımcı oluyor"

İşte böyle sihirli bir yer Annezen ! O yüzdendir ki son haftama kadar gittim ve 39. haftam da bile kan ter içinde yoga yapıyordum.
Murat doğduktan sonra çok niyetlendim ama bir türlü kısmet olmadı anne-bebek yogasına gitmek. Ta ki bu perşembeye kadar. Geçtiğimiz perşembe günü aylar sonra tekrar Annezen'deydim. Yine Murat'laydık; yine Ayça bizi kapıda karşıladı:) Hatta Murat sesini tanımış bile olabilir ( ki Ayça'ya göre bazen tanıyorlardı) çünkü çok sakindi ve sorgulamadı Ayça'nın onu kucaklayışını:) Murat'la anne karnında yoga yaptığı arkadaşı da oradaydı,  aylık olmuştu o da:)

Çok mutlu, çok huzurlu ve çok doyurucu bir saat geçirdik orda. Murat'ın  bütün vücudunun çalıştırdık, sakinleştirdik, ve en güzeli belki de beraber şavasana'da yatarken emzirmek oldu. Hamile iken şavanasa pozunda bir elim karnımda bir elim kalbimde olurdum; "huzur bu" derdim. Yok yok, huzur o değilmiş; buymuş:) Artık her perşembe huzuru bir kez daha şavasana'da yakalamaya Annezen'de olacağız Murat'la.

Henüz bebeği emeklemeye başlamamış bütün anneleri davet ediyorum buradan. Mutlaka bebeğinizle yoga yapın!

Şubat 27, 2015

Süt Annesi Oldum vol.2

Murat'a bir süt kardeş daha katıldı:)

Buzluğa her gece kalktığımda sağıp azar azar çoğaltarak arttırdığım sütlerimi koymaya devam ediyorum. Murat, sağ olsun almasa da ben yine de koyuyorum bir gün ahasta olurum, ameliyat olmam gerekebilir, bir şey olur diye. Murat'cım da hiiiç oralı değil. Bireronu şimdi de diş kaşıyıcı yaptı. Her denememizde ağzında kemirip duruyor, es kaza ağzına süt dökülürse de tükürüyor. Haspa! Sanki başka bir şey veriyorum. Her zaman içtiği süt.

Yok paşam, tazesini, membaından içecek başka türlüsünü kabul etmiyor. Sanırım biz böyle böyle deneyelim derken Murat ek gıdaya bağlayacak ve benim oğlum emzik ve biberon almadan büyüyecek. Çok problem mi? Değil herhalde. Daralma zamanlarımı geçtim çünkü. Göksel'le " aaaghhh çıldıraaazaaam, hadi bir hava alalım" desek; Murat'la da çıkabileceğimiz ve o da arabada sakin sakin uyuyacağı için zaten artık nefes alma ihtiyaçlarımızı da karşılıyoruz.

He ben bir akşam dışarı çıkamadım, ağzıma bir yudum şarap koyamadım; o ayrı. Ölmedim de çok şükür alkolsüzlükten, ölünmüyormuş:)

Her neyse. Bu dolapta biriken sütlerin hamilelik sırasında tanışma fırsatını bulduğum bir grup Eylül-Ekim 2014 annesinin içinden bir arkadaşıma faydası dokundu. Kendisinin işe başlaması gerektiği için ve kızının da mamaya alerjisi olduğu için, şimdilik böyle bir çözüm bulduk :)  Ben Bursa'ya Sürat Kargo ile gönderiyorum; hiçbir şey olmadan çözülmeden gidiyor ertesi gün. Balık taşınan (ya da dondurma :) ) strafor kapların içine buz kalıpıyla poşet sütleri koyup iyice bantladığınızda hava almadığı için 13 14 saat sonra teslim edildiğinde kesinlikle çözülmemiş oluyor. Dolayısıyla ziyan olmuyor sütler, hemen buzluğa geri giriyorlar.

Ben şimdi bunları niye anlatıyorum? İyi anladık, şarıl şarıl memelerden süt geliyor diye hava mı yapıyorsun? demeyin. Çünkü hiç de öyle şarıl şarıl gelmiyor. Geceleri Murat uykudayken sağıyorum uykumdan feragat edip (o uyku öyle feragat ediecek bir şey değil canlar. O uyku var ya o uyku.. ahh canım uyku... canım.. hmm.. zZzZzZzzz...)

...

Ay ne diyordum? Heh evet uyku :) Neyse her gece 1 saat filan az uyuyup sağıyorum. Ara boşaltımı yapmak lazım hem memelerde süt uzun süre kaldığında şişme ve ateş yapmasın diye, hem de daha sık boşaldığı için sütte azalmayı engellesin diye. Yoksa ben de halen kaynar yapıp içeyim, dereotu kemireyim, yok efendim rezene içeyim boza içeyim tırmalamalarına devam ediyorum zaman zaman.

Gün olur ihtiyaç olur; ameliyat olmam gerekir, ilaç almam gerekir diye hep bu tırmalamalarımın sebebi ama. Yoksa rahatsız olamam ki Murat'tan ayrılamamaktan. Nasıl olayım? Tam zamanlı mesaisi olan bir işim olmadığı için her gün teşekkür ediyorum. İşe başlayacak ve başlamış annelere de çok sabır ve metanet diliyorum. Zira işleri hiç kolay değil. İşe Geri Dönme Çabaları yazımda da ufacık belirttiğim gibi 2 saat bile insanın tüm dengesini bozarken, o yavrusunun geleceği için yavrusundan ayrı kalma fikri gerçekten dayanılması çok güçtür eminim. Çok daha fazla saygı duyuyorum o arkadaşlarıma, annelere. Büyüksünüz. Gerçekten helal olsun.

Ne diyorduk? Heh. Bursa. İşte benim bu süper maharetli, çok tatlı arkadaşım Murat'a bir hediye paketi yollamış. Ama ne paket! Bayıldım. Daha doğrusu ailecek bayıldık! İnsanın yeteneğinin olması başka bir şey. Yoktan var etmek inanılmaz bir haz olmalı. Ben yemek yaparken bile, irmik helvasının rengi kıvamı tutunca kendimi baya baya Gandalf gibi hissederken, herhalde örgü örebilseydim Orta Dünya'nın başına bela yeni bir Sauron olurdum:)



Murat'a bere bile giymediği için almamışken, alamamışken Bakın Melek Teyze'si Murat'a neler örmüş. Ve işin asıl can alıcı tarafı, bakın benim süt konusunda mon cher oğlum, bere konusunda d mon cher'liğini nasıl konuşturmuş ve piyasa malını kafasına koydurmazken el emeği beresiyle atkısına nasıl gülerek gömülmüş:)

Ya o kadar ince düşünülmüş, o kadar zarif bir hediyeydi ki bu paylaşmadan edemedim:) Sanki Murat da anlamış gibi hediyenin güzelliğini taktığım gibi güldü bana. Bir de evin kendi sıcağında!








Müdür gibi oturduğu yerden gülümsedi, "Tamamdır Anne", "Bunlar olmuş; başka bereyi denemeye gerek yok" dedi sanki bana atkısına sarılırken. Sanki berenin atkının yününün yumuşaklığına Melek'in kalbi değmiş de, Murat'ın yüzünü güldürmüş o koku:)

Bir de meyvelerimiz sebzelerimiz var tabii. Amigurumi ustası olan Melek, Murat'a hem renkleri, hem sebze ve meyveleri öğrenebileceği, öğrenirken de rahatlıkla kemirebileceği sağlıklı oyuncaklar yapmış. Onları da görür görmez hemen yiyecek olduklarını anladı oğlum (Maşallah, pek de zeki! Yoksa her şeyi bu ara yemeye çalıştığı için değil; tamamen bilinçli olarak ağzına götürdü oğlum).

Ben şimdi bunları niye yazdım? Bugün Dünya'da iyi şeyler de oldu ya, bilin istedim. Hep üzülmeyin; bakın bugün 2 bebek mutlu oldu. Birinin karnı doydu, biri de soğukta sıcacık oldu:) Bugün iki bebek böyle güldü ya, siz de gülün:)

Güle güle!
 

Şubat 24, 2015

İşe Geri Dönme Çabaları -1

4 ay sonra ilk defa Murat'tan 2 saat ayrı kaldım. Mayıs ayında master tezini teslim edip doktora başvurusunda bulunacak bir öğrencimle buluşmam gerekiyordu. Başvurular tezin gidişatı vs üzerine konuşmak için.

Sağ olsun Murat'ın biberon almayışını bahsettiğimde "Tamam" dedi "ben gelirim sana" ve Tarabya'dan kalktı geldi Kartal'a. Bina'nın girişinde açılan Kafe'de sakince çalışırız diye düşündük. Annem de evde Murat'a bakacaktı; bir durum olursa fırlar yukarı, problem neyse çözer, aşağıya geri inerim diye planladık.

Planladığımız gibi de gitti neyse ki. Ben Murat'ı emzirdim, indim. Murat bir süre sonra annemin omzunda uyuyakalmış, annem yatırmış yerine. Yerine yatırırken uyanmış ( her zaman ki gibi) ve dudak bükmek suretiyle en içli ağlayışına geçmiş. Tabii anneanne oracıkta 5 yaş birden atıyor ve hemmmennn tekrar böğrüne basıyor Murat'ı (Anneanne yeni düştü tabii buralara, bilemiyor raconu. Dudak bükmeler, kaşları Küçük Emrah gibi kaldırmalar... Kucağa almadan yanına gidip alnından öpüp, "buradayım oğlum, hadi uyuyoruz" deyip pışpışlasa halbuki hemen dalacak tekrar. Ama beyim kucakta dalmayı yeğliyor :)). Bu sefer iyice daldığından emin olmak için 20 dakika boyunca belini koparsa da Murat'ı yerine bırakmayan cefakar anneanne, sonunda omuzdan akan salyaların Murat'ın daldığının bir emaresi olduğunu anlayıp yerine bırakıyor ve bir de üstüne Murat'ın birikmiş ütülerini yapıyor torun uyurken (Ah Anammm. Canım Anaammmm!! On numara 5 yıldız bir insansıınn!! )

Ben peki ne yapıyorum? Bilmem. Hiçbir fikrim yok. Ne konuştuk, ne dedim, öğrenci ne dedi, ne içtik ne yedik hiiiiiçbir fikrim yok. Tek hatırladığım kafam önümde telefonun ekran tuşuna 10 saniyede bir basıp çağrı var mı diye kontrol ettiğim. Ya zaten açtın ya telefonun sesini 4 ay sonra ilk defa! Çalsa sırf sen değil belki annen bile duyacak evden, o kadar açtın sesini. Bak birisi gelip sana "Bir şey alır
mıydınız hanımefendi?" diye soruyor. Faydalan! Al :) Bir kere adamcağız jest yapmış, o görüntünle inmişsin utanmadan aşağıya, insan içine çıkmışsın; sana bir de yutkunarak da olsa hanımefendi demiş. "Bırak beni sen kendine ve bütün arkadaşlarına benden birer çay söyle canım kardeşim" diyeceğine "Ay bir saniye, sonra sorsanız şimdi bakamayacağım" deyip menüyü bırakıp bir de tersleyivermişsin elemanı. Tüh sana, tüh!

Neyse sonra kendime geldim de, "Esra" dedim; " Gün bugündür, iste getirsin arkadaşlar". İşte orda içtiğim en güzel kahveyi içtim. Doğurduğundan beri ilk defa mı içtin, yaban? diye sorabilirsiniz. Hayır, ilk değildi tabii ki. Ama oturup insan gibi sohbet ederek, Murat'tan bahsetmeyerek, doğumdan bebeklerden kakalardan gazdan sütten bahsetmeyerek geçirdiğim tek 2 saat olduğu için sanki eski hayatıma şöyle camdan perdeyi aralayıp bir baktım gibi geldi; çok hoşuma gitti.

Evet kafam hep yukarıdaydı; biliyorum annem çok çok zorlanmadan hayatta aramaz beni. O yüzden kafamdaki hep deli senaryolara gidip gidip geldim. Acaba şuan Murat ağlamaktan helak olmuş mudur? Ben yokum diye kokumu arıyor mudur? Annemin beli kopmuş mudur? Peki Murat beni istiyor mudur? Bir çıkıp insem rahat edeceğim sanki. Acaba ayıp olur mu? Ay ne dedi çocuk şimdi, sanki soru sordu bana bakıyor ya cevap ister gibi.

Sonra dank etti. Murat değil de annem benimle dursaydı daha iyiydi. Zira biri birinden ayrıldı diye anne desteğine ihtiyacı olan yavru bendim :)



Şubat 21, 2015

Canım'la Can'ımda gezinmeler

Moda candır. Moda canandır. Moda olgunluğum, avareliğim, keyfim, huzurum, zamanın yavaşladığı günlerimdir Moda. Her gün iş gereği Kadıköy'e gider rıhtımdan başlayan günümün bir köşesinde Moda'ya amaçsız da olsa bir yürür inerdim. Spor olsun, nefes olsun diye. Olurdu da nefesim. Aklımı tırmalayan ne varsa, her neyse şeytan tırnağı gibi fırlayan beynimde söküp alırdım kanatmadan, rahatlatırdım kafamı, nefesim olurdu cidden.

Neydi Moda'yı bu kadar yetkin kılan? Bilmem. Ben yürürken yolda semirmiş, kocaman göbeği olan sokak köpeği sevmeyi; hem Arnavut kaldırımda yürüyüp hem çok yaşlı ağaç görmeyi; hem bisiklet sürene hem yayaya hem arabaya alışkın caddelerde yürümeyi; hem bahar günü koca koca kürküyle makyajıyla yapılmış saçıyla başıyla gezen kokona pinpon teyze görmeyi hem de zibidi liseli görmeyi seviyorum herhalde. Bunların hepsi bana rahatlık veriyor.

Geçen hafta buz gibi soğukta bir arkadaşımla buluşmak için gittik ailecek Moda'ya. Murat da sevdi herhalde ki 3,5 saat bize müsaade etti. Uyudu uyandı, emzirdim ama gık demedi sağ olsun:) "Eski dostlar biraz sohbet etsin, günah bu zavallılar da azcık insan görsün" dedi yavrum :)

Bugün de Moda'da oturan ve Murat'tan 2 ay büyük oğlu olan başka bir çift arkadaşı ziyarete gittik. Önce buz gibi kar altında geçen bir haftanın sonunda açan güneşi yakalayalım ensesinden diyerek yürüdük uzun uzun bebeklerle. Puseti arabaya koyduk; 4 büyük 2 küçük kangurularla gezdik, çok da rahat oldu. Puset Annesi ve/ya da Sling Annesi yazımda değindiğim mevzuya dönecek olursak, kanguru böyle gezintilerde öne çıkıyor oldukça. Özellikle Moda'nın dar ve yer yer köpek pisliğiyle bezenmiş mayın tarlası gibi kaldırımlarını düşünecek olursak, kangurunun manevra kabiliyetinin pusete oranla daha yüksek olduğunu söylemeliyim:)

Sonra oğlanların biri açlıktan öbürü de uykusuzluktan bitap düşünce evlerine geçtik ve boynumuzun borcu olan oğlanları tatmin etme kısmına geçtik günümüzün ( ne zaman bitiyor ki o kısım zaten :) ).

Eve döndüğümüzde yorgun ama çok sakin, mutlu, huzurlu bir dinginlik vardı 3'ümüzde de. Murat bile akşam banyosundan sonra onu uyuttuğumda pek itiraz etmedi; daldı uykusuna ve annesine bu satırları yazma aralığı müsaade etti.

Hem Moda hem de ben son buluşmamızdan beri çok değişmiştik ama neyse ki en yakın arkadaşım gibi Coğanam gibi, aradan uzun zamanda geçse bıraktığımız yerden başlayabildik. Ne aradan geçen zamanı sorguladık; ne birbirimizdeki değişiklikleri. Moda Murat'ı kabul etti hemen, iç titreten rüzgarını kesti köşeyi dönünce güneşinin sıcağında kucağımda uyuttu kuzumu; ben de nerde teyzelerim, nerde pinponlarım hep zibidi olmuş buralar demedim ona. Her zaman yaptığı gibi yaptı, zamanımı yavaşlattı nefesim oldu bugün:)

Bu gece herkes bir düşünsün bakalım; hangi semt, hangi sokak, hangi şehir sizi bu kadar sever, sizi bu kadar çeker, özler? Sonra da ilk iş yarın, bu hafta, bu ay, oraya geri dönün:) Bu da benden size akşam sefası:)

Şubat 19, 2015

Büyüse de Büyümese

Anne olarak giderek tuhaflaşıyorum. İsteklerim iyice tutarsızlaştı. Beyaz'ın şovunda eskiden psikopat diye bir karakter vardı. Oxymoronlarla konuşurdu. "Yarış kazanmak istiyorum ama ikinci gelmek istiyorum" gibi şeyler söylerdi. İşte tam onun gibiyim. Psikopat Anne ;) Son moda isteğim bu aralar Murat'ın büyüse de büyümemesi. Hem büyüsün istiyorum hem de büyüdükçe gelişen değişen Murat'a yetişmek zor geliyor, eski oğlumu özlüyorum. "ya tuhaf kadın! Değişim hayattır, bırak değişsin, değişecek tabii ki. Sen sanki hep aynısın!" 

İşte bu büyümeyle beraber Murat'da son değişiklikler mızmızlanma olarak ortaya çıktı. Son 3 haftadır Murat'ta ciddi bir karakter değişimi yaşanıyor. Buna bir kaç farklı açıklama getirebiliriz. 

1- Atak dönemi. Bu yeni moda sanırım. 10yaşında çocuğu olanlar pek haberdar değiller. Daha doğrusu "Yahu bugünlerde pek huysuz bu" olarak tanımlanıyormuş eskiden:) Şimdi bilim insanları ayrıştırmış o huysuzluk dönemlerini ve aslında bebeklerin günahını aldığımızı ortaya koymuşlar.
Meğerse Murat 14.. -19. Haftalar arasındaki "leap of Events" atağından geçiyormuş. Bu atak süresince artık sadece yumuşak geçişleri değil kısa ve tanıdık olayları geçişleri de algılayabilecekmiş efendim. Ama her atak dönemi boyunca biraz sıkıntılı huysuz olabilirmiş. Biraz mı? Sıkıntılı mı? Tamam farkındayım; bilgisayar bile olsa yükleme yaparken ekran donar işleyiş yavaşlar filan ama Murat sağ olsun sadece ekranı kısa süreli dondurmuyor mavi ekran veriyor. 3 haftadır necefli maşrapa çıkıyor Murat'ın ekranında (necef mi? Maşrapa mı? Diyenlerinizi 80 lere davet ediyorum, TRT'nin beyin tokatlayan arıza ekranı görüntüsüydü).

2- Artık 4aylık oldu. Algısı çok açıldı. Kendi başına bırakılarak vakit geçirmesi artık zor. Bunu doktorumdan da duydum maalesef. "Murat'ın algıları çok aktif, muhabbeti dinlemek değil ortak olmak istiyor"muş daaaa "öyle uyandı, emzireyim de halısına bırakayım orada takılsın" yaptırmazmış artık. Poff.. Peki. Demek ki bana yine yemek yok:( Döndük gerisin geri yenidoğan zamanlarına evde sling wrapla dolanmaya. Tek fark Murat 2 yenidoğan kilosunda artık ve benim belim -1
yenidoğan ancak taşır. 

3- Hasta mı acaba? Hayır değil, bir rahat olun.

4- Hımmm siz bunu şımartmışsınız canım. Geçmiş olsun, alışmış. Şimdi 4 aylık çocuk zaten şımarmaz, iletişir en doğal ve dürüst haliyle. Sana bana benzemez yani; mış gibi yapmaz. Zamanı yok, tahammülü yok çünkü onun. Ne isterse, neye ihtiyacı varsa o an bunu sana söyler. Şımarmak bizlere mahsus. He ne yapar? Rutinini korumak ister. Eğer ki rutini kucakta uyumaksa bunu kırmak zordur, evet. Ama sebebi bebeklerin Dr. Evil'in torunu olması değildir. Evet, şok edici bazılarınız için biliyorum ama bebekler aslında hikayedeki kötü kahraman değillerdir, size kumpas kurmazlar. Bellerinde kırbaçla evde volta atıp sizlere ayar vermezler. 

5- Aç bu çocuk, doysa sakinleşir. Yav hee heee...

Benim inancım bunun atak dönemiyle alakalı bir nanelik oluşuydu ve 19.  Haftada saat gibi biteceğiydi ( ay kendime bazen çok gülüyorum;) ). Sanırım kalıcı oldu. Daha aktif ve daha talepkar bir bebeğim var artık, hiç sorun değil. Ben her şeyimle her şeyimin yanındayım zaten. Yeter ki o kabul etsin :)

Ama yakın zamanda uyuma düzenimize yeni bir ayar vermek zorunda kalacağız sanırım. Sadece memede uykuya dalıyor bu atakla beraber. Kalıcı olması durumunda çok sıkıntı yaratacağı için Göksel'le uyku eğitimi vermeye başlamayı düşünüyoruz. Bakalım, eğer başlarsak gün gün yazacağım. Şimdilik bütün psikopat annelere iyi geceler dilemek istiyorum ama güneş de batmasın istiyorum!!! 


Şubat 17, 2015

Yüreğin mi Var Derdin Var

Anaçlıktan öleceğim herhalde. Bu nedir ya? Arkadaş ben böyle biri değildim. Tamam insandım, tamam Dünya Basketbol Şampiyonası'nda Sırbistan'ı son saniye de blokla yenince ağladım, tamam lise arkadaşlarımın düğünlerinde duygulanırım gözlerim dolar ama böyle de sulu göz, endişe yumağı, yufka yürekli yımış yımış biri değildim.

Hamileyken Soma felaketi yaşanmıştı. O gün bugündür zaten haber dinlemiyorum. Kesinlikle taviz vermediğim bir kural. Hele ki araba kullanırken. Soma haberlerinin döndüğü bir gün sahil yolunda bir dönüşüm vardır eve, bir ben bilirim.

Bugün günlerdir beklenen kar yağışı İstanbul'a geldi. Ben de Murat'ı alıp çok kısa alışveriş merkezine uğrayıp eve geri döndüm. Döndüğüm gibi de, sağ olsun, hava bastırdı. Oturup Murat uyurken kar izleyeyim dedim; bildiğiniz boş boş cama baktım. Ne mi gördüm? Bembeyaz duvar. Yani kahveyi alıp koltuğu duvara çevirseydim de aynıydı. Ya romantik kar böyle mi izlenir ki? Kar öyle deli yağıyordu ki, camdan dışarı baktığımda karşıdaki binayı göremiyordum. "Hımmm, ne kadar da güzel yağıyor? Evet evet, karda İstanbul da pek güzel". Nerden bileceksin e kızım yakışıp yakışmadığını? Görüyor musun ki? Görmüyorsun. Tipi var dışarda.

Sonra akşam oldu. Murat uyudu. Ben şansımı tekrar denedim. Geçtim camın önüne, aldım bardağı. Hevesliyim, kararlıyım, dışarı bakıp etkilenmeye hazırım. Huzur bulacağım ben o camda, keyif yapacağım ya, inadım inat.

İlk duyduğum seste döndüm hayaller aleminden dünyaya; ah, o yırtınsam da bir yere kadar güzelleşen dünyama. Yırtınsam da ben o dışardan gelen havlama seslerini duymamazlık edemem. Hevesim kursağımda kaldı. Kalmakla da kalmadı düğümlendi takıldı. Göksel'e sordum. "Üşür mü? Doğru söyle".

Sanki adam veteriner. Her köpeğin deri altı yağlarını biliyor da söyleyecek. O da karısını tanıyor tabii. "Hiçbir şey olmaz, alışıktır onlar" dedi. Poff... Bari üşümezler diyeydi. Alışıktır demek, evet üşüyorlar ama onlara koymaz, sokak çocuğu onlar demek.

Oturdum onları dert ettim şimdi. Kuzumu yatırdım, dışardaki kuzularıma taktım. Kendimi Adile Naşit gibi hissediyorum. Hepsi benim kuzucuklarım.

Bu akşam ya da yarın kartopu oynamaya çıktığınızda kuzucuklarıma da bir bakın olur mu? Bir ekmek, bir sıcak su çıkarıverin lütfen.

Şubat 16, 2015

Ya oğlum benden hesap sorarsa

Ya Murat benden hesap sorarsa. Ya bana "Anne neden sen bir şey yazmadın? Neden sen bir şey söylemedin?" derse ne cevap vereceğim bilemezdim. İşte bu yüzden iki kelam etmek zorundayım.

Cuma gününden beridir ara ara gözlerim doluyor sinirden mi üzüntüden mi ben de bilmiyorum ya, pek de önemli değil. Bir genç kızın hayatında hak iddia edildi; elde edildi ve tüketildi. Bunların hiçbirinin faili ne yazık ki kendi değildi.

Bir kadınım, bir Türk kadınıyım. Bu bile gereğinden fazla şey anlatıyor olmalı. Belki de yazmama bile gerek olmamalı, anlaşılıyor olmalı.

Benim de hislerime ve bedenime aynı niyetle yaklaşanlar oldu geçmişte; her Türk genç kızın yaşadığı gibi ben de hayatın doğal akışının bir parçası olarak bunları göğsümde yumuşatıp hayatıma devam ettim.

Ruhum sünger gibi çekti bu anıları. Senelerce sıktım sıktım bir türlü akıtamadım zehirlerini. Hiçbir kadın da akıtamaz; ömür boyu taşır ruhunda bu anıları.  O anların hissini, o adamların terlerinin kokusunu, ellerinin dokunuşunu.

Oğlum oku bunları. Sen de bil diye yazıyorum bunları. Sen de mutlaka oku. Sonra bana hesap sorarsın belki, anne niye sen de yazmadın diye. Sorma oğlum, bak yazdım. Yoksa içim acıdan üzüntüden taştığı için değil, yazmazsam kusarım diye hiç değil. Sen oku, sen bil Murat.

Ortaokuldaydım, 14 yaşındaydım. Taksimden eve dönmek için AKM'nin yanından Bostancı dolmuşuna bindim. Sol arka cam kenarı boş diye çok sevindim. Voleybol antrenmanından çıkmıştım; Hem spor çantam hem okul çantam çok yer kaplıyordu. Spor çantamı yere ayaklarımın arasına koydum, kayışını bileğime doladım (çok yorgunum, biliyorum yolda trafik olacak ve ben uyuya kalabilirim. Bu yüzden bileğime dolarım hep çantamın kayışını). Polarımı çıkarıp bacaklarıma battaniye gibi örttüm ki ısınayım. Bu dolmuşlar soğukta kaloriferi açmazlar pek, içerisi buğu yapıyor derler. Bekledim yanıma oturanı göreyim diye. Boynunda Turkcell'in çalışanlarına verdi kimlik kartı asılı, takım elbiseli, jilet gibi giyinmiş 40larında orta yaşlı boylu poslu çok yakışıklı bir adam oturdu. Yağmurluğunu katlayıp kucağına aldı ve Economist dergisini açıp okumaya başladı. "Oh, dedim. Herhalde rahatım. Eğitimli, Turkcell'de çalışan, yabancı dil bilen adam gibi görünümlü biri oturdu. He bir de yakışıklı. "Benim bu antrenmandan çıkmış terden dağıldığı için sıkı sıkı topuz yaptığım yağlı saçlı halime tenezzül etmez, kafamı cama dayayabilirim gönül rahatlığıyla" dedim.

Bak, Murat iyi öğrenim adamı eğitmez oğlum. Kılık kıyafet insanın ruhunun kirini pasını temizlemez oğlum. Sen adam olmayı kılıkla, öğrenimle, boyla posla karıştırmayasın oğlum. Adam olmak emek ister; bunlar kolay oğlum.

Uyandığımda köprüyü geçmiştik ve Kadıköy'e doğru ilerliyordu dolmuş. Çok sevinmiştim, iyi dedim; trafiği geçmişiz. Ziverbey'den sonra 15 dakikaya evdeyim. Sonra poları açasım geldi çünkü sıcaklamıştım ama bir hissettim ki poların altında etek çıkmış kafama nerdeyse. "Vay Esra, yine deli uyudun kızım. Neyse ki örttün poları, aferin!". Çaktırmadan poların altından eteği düzeltir miyim acaba diye düşünürken sağ bacağımın üstünün terlediğini hissettim. Ne tuhaf. Hava o kadar sıcak değil. Esas tuhaf olansa poların bu kadar belirgin şekilde 4 ayrı dalga halinde bacağımda bıraktığı his. Dolmuş tangır tungur devam ettikçe o dalgalar oynuyor, hareket ediyor yukarı doğru sola doğru.

Ben iyi niyetli insanım Murat. Genç kızlar iyiyi düşünmek isterler, kötüyü görmek istemezler oğlum.

İhtimal vermedim; yuh dedim çünkü olamaz herhâlde. Bu adam böyle bir işe girmiş olamaz. Sonra merak ettim yan gözle sağ elini görmeye çalıştım, yok; bulamadım. Paltosunun altında kayboluyordu. Oradan polarımın altına kadar uzanabileceğini tahmin edememiştim. Ben "yok artık! Ben kuruyorum", " ya galiba bu bir parmak!" diye gidip gelene kadar dolmuş Ziverbey'e gelmişti bile. Dayanamadım poları bir anda açtım. Karşımda 2 bacak ve sağ tarafta paltonun altına doğru hızlıca kayan 4 tane uzun kıpkırmızı damarlı parmak gördüm.

Murat oğlum, sakin ol. Beni tanıyorsun. Ben bu işi orda bırakmam:)

Döndüm yüzüne baktım. Bana ne yapsa beğenirsin? Bana güldü. Gülmedi aslında. Sol dudağının kenarında sırıttı, verdiği hizmetten memnun kaldığımı düşünerek.

Gözü insanın kararmış Murat. Aman senin kararmasın oğlum hiç. Hep önünü gör, hep apaydınlık olsun yolun.

Hayatımda ilk defa değil ama son defa birisine bu şekilde vurdum. Vurdum derken ağzını burnunu kırdım desek sanırım daha doğru olur:) Ne ben ne de o böyle bir tepki vereceğimizi tahmin etmemiştik sanırım çünkü o da usulca dayağını yedi, hiçbir şey yapmadı, ben de usulca vurdum. Ne olduğunun ayırdına vardığında dolmuş şoförü de arabayı kenara çekip bana katıldı.

Oğlum annenin böyle bir şekilde canlandırmanı istemem; inan ben de kendimi öyle hatırlayınca bir tuhaf oluyorum. Halbuki çok sevimliyimdir normalde biliyorsun:)

Dünyaya geri döndüğümde dolmuş durmuş, adam fırlamış kaçmış, önümde oturan 3 teyze ağlayarak söyleniyor, dolmuş şoförü kaçanı sokak başına kadar kovaladığından söylenerek geri yürüyor, yanımda oturan 2 genç çocuktan biri korkarak benim şaşkınlıktan kapatmayı unuttuğum eteğimi korkarak uzanıp kapatmaya çalışıyordu. Meğerse bütün o zamanda etek hep açık kalmış:) O gencin yüzündeki korkuyu asla unutamam. Hem bir taraftan yardımcı olmak istiyor hem de 6-0lık maç sonrası Mecidiyeköy'de Fener formasıyla UltraAslanlıların arasında tek kalmış, yutkunarak gülümseyen taraftar edasıyla  çekinerek uzaklaşıyor benden:)

Sinirlenince şuur kaybı yaşadığımı biliyorsun Murat. Umarım sen o anımda karşımdaki insan olmazsın oğlum:)

Ben o günden sonra dolmuşta uyudum mu? Uyudum ama yanımda sadece kadın oturduğunda. Ben o günden sonra minibüste otobüste hiç bir dokunuşu hissettiğimde "Acaba? Ay günahını almayayım" dedim mi? demedim oğlum.

Ve kaderin kara kara sürmeli gözlerini seveyim ki ben o günden 7 sene sonra Turkcell'de çalışmaya başladığımda kat kat gezip o adamı aradım oğlum. Belki bulurum da, 7 sene boyunca kafamda 487482824 defa tekrarladığım şeyleri ona söyleyebilirim diye.

Sen kimsenin hayatında bedeninde ruhunda hak iddia etme Murat. Çünkü umarım sen de göreceksin ki hayatında yaşayacağın en derin mutluluk birinin seninle hayatını bedenini ruhunu gönüllü olarak paylaşmak istemesi olacaktır. Bu zevkten, bu keyiften, bu değerden vazgeçme Murat.

He tabii bir de bana saygı göster oğlum. Ben Seni sıfırdan yaptım. Ben seni sevgiyle, aşkla, huzurla yaptım; sen de hayatında sevgi, aşk huzur topla. Ben seni çok sevdim, sen de insanı çok sev oğlum.

Oğlum oku bunları. Sen de mutlaka oku. Sonra bana hesap sorarsın belki, anne niye sen de yazmadın diye. Sorma oğlum, bak yazdım. Yoksa içim acıdan üzüntüden taştığı için değil, yazmazsam kusarım diye hiç değil. Sen oku, sen bil Murat.



Şubat 15, 2015

Murat'la tanışmamızın 1.yıldönümü

Geçtiğimiz perşembe günü Murat'la tanışalı tam 1 sene oldu. Geçen sene 12 Şubat perşembe günü çok yakın 2 arkadaşımla görüşmek üzere Kadıköy'deydim. Hava soğuk ama kuruydu. Göksel iş için Ankara'daydı, ertesi gün gelecekti. Ben de Önce Yelina (Coğanam) la buluşmak için Moda'ya yürüdüm.

Çok sevdiğim bir yürüyüş yoludur orası. Pazarın içinden geçerim hep. Önce baharat, sonra et, sonra balık, sonra taze sebze kokusu çekerim içime. Sonra bir süre nefesimi tutarım çünkü illa ki her seferinde önümden leş gibi duman salan bir motor geçer.

Sonra en son ne zaman sigara yaktığımı hatırlamaya çalışırım. Ne zamandı? Kahve içerken. E baya olmuş. Neyse yürürken içmeyeyim derim, oturunca yakarım.

Moda'da Coğanam'la buluştuk. Polka'da sebze çorbası içtik, sonra çay. O yoga dersini vermiş çıkmıştı, ben aşağıda SAT öğrencimden ayrılmıştım yeni. Askerdeki sevgilisinden (şimdi nişanlılar :) ), bizim kayak gezisinden, ondan bundan lafladık. Sonra dedi ki "ben çok tatlı 2 arkadaşımla görüşeceğim sen de gel". Gittik Belfast'a oturduk, Guinness söyledim 1 tane. Önceden hiç ısmarlamazdım. Londra'da da stout bira denemiştim, alışmamış damakta durmamıştı siyah bira. Bu sefer içeyim dedim.

Ohhhh dedim ilk yudumda. Ben ne yapmışım senelerdir de içmemişim. Çok lezzetli biraymış; bundan sonra hep Guinness 'çiyim arkadaş dedim:) Nerden bilecektim o ilk ve son Guinness'imdi:) O günden sonra ilk ağzıma aldığım alkol yılbaşında içtiğim 4 yudum biraydı. Onun da devamını içemedim vicdanım sızladı:)

Oturduk permakültür'den, İstanbul'dan kaçış yollarından, evlilikten, işten güçten sohbet ederken saat 4 oldu ve ben diğer arkadaşla buluşmak üzere Moda Caddesi'nden Moda'ya doğru yürümeye koyuldum. Bu sefer de Pelin'le buluşup, akşam yemeği yemek üzere pizzacıya girdik. Bana 4 aylık hamile olduğunun haberini verdi. Çok sevindim, kutladık, sarıldık :) Sigara dumanından kaçmaya çalıştı, soda içti su içti garibim midesi çok iyi değildi hala.

Bizi sordu, dedim "Ocak ayı itibariyle tükkanı açtık Pelincim, bakalım, beklemedeyiz:)". Hatta reglimde 3-4 gün gecikmiş, nasıl söyleniyorum ben de. O da dedi, "Acaba?!!" .

 "Yok dedim canım benim, öyle bir şey değil; belli olacağım da işte bugün yarın. Yoksa hissederim ben. Hem zaten daha çok erken. İlacı yeni bıraktım"

Nasıl da samimiyim. Hiiiiiiç ihtimal vermiyorum ya! Aklımın kör köşesinden geçmiyor. Herhâlde akıl tutulması yaşıyorum orda. Ya sen nerden bileceksin şaşkın kız. Sanki 346534. hamileliğin :)  

Yemekten sonra kahvemi de içtim ohhh miss gibi, eve döndüm. Ama aklıma saldı bir kurt. Bütün yol boyu kendi kendime dır dır yaptım.

"Olabilir mi ya?"
"Yok ya , yuh. Sakin ol bir Esra ya, hemen gaza gelme"
"Ya ne olacak bir bakayım eve gidince."
"Durduk yere caaanım günü bozacaksın, moralini dağıtacaksın ama sen bilirsin"

Tabii eve girer girmez, bütün o biralar, kahveler bir yerden çıkacağı için, fırsatta istifade dolapta istiflediğim hamilelik testlerinden bir taneyi aldım ve uyguladım. Öyle ömrümün en uzun 3 dakikası filan değildi. Pek ihtimal vermiyordum çünkü.

Gittim mutfağa su içtim, kahve içecektim; onun suyunu koydum ısıtıcıya geri geldim baktım.
 
Bir daha baktım.

Prospektüsü çöpten çıkardım okudum sonra bir daha baktım.

Prospektüsü bir daha okudum. Sonra dolabı açtım ve 3 tane daha test aldım.

Bir sorun vardı ama; çişim yok! Mutfağa gidip yaklaşık 1.5 litre suyu tek seferde içtim. Bir taraftan da böbreklerim patlayacak diye düşünüyorum:) Yarım saat içinde o 3 testi de uygulayabildim. 1'inde daha belirgin pozitif, 1'inde silik pozitif, 1'inde ise neredeyse hiç gözükmeyen çok silik bir pozitif çıktı. Ay ay ay ay...

Güneş patladı, dünya bir ateş bulutu halinde döne döne soğumaya başladı..... Beynim reset attı kendine ve evren baştan başladı ben de:) Çok sevindim, sonra çok kısa bir an üzüldüm, aklıma bir şeyler geldi -ki ondan Yazdığım En Zor Yazı Olacak adlı yazımda bahsettim. Sonra çok sini oldum Göksel evde yok diye. Kendime de kızdım ne diye o evde yokken yaptım ki bunu ben. Şimdi dut gibi kendi kendine sarıl öp koklaş, hadi bakalım salak! Hemen en belirgin pozitifleri gösteren testlerin fotoğrafını çekip göksele gönderdim ve keyifle ondan gelecek çağrıyı beklemeye başladım. Ne desem acaba? Ay telefonu nasıl açsam? derken telefon çalmıyor. E biliyorum otel odasında televizyon izliyorum dedi 20 dakika önce. Püfffff.... bakmıyor bu çocuk telefonuna hiç yaaa... Bekle bekleee dakikalar gün gibi. Dayanamadım aradım. "Şu telefonuna baksana be adam" dedim. Ne oldu ki diyene kadar kapattım telefonu. Ay akılsız kızım! Açmışsın telefonu işte. Söylesene orda. Yoooook sürpriz yapacak illa ki. Sonra beklediğim telefon geldi. Hayatımın sayılı telefon konuşmalarından biridir, hiç unutmadığım.

Telefonu kapadıktan sonra ayna karşısına geçip konuşmaya başladım Murat'la, daha adı bile yokken, Murat bile değilken. Dakikalarca orda güle ağlaya (gerçekten bu lafı hiç bu kadar gerçek manada kullanmamıştım) orda konuştum. Hayatımın nasıl bir daha asla eskisi gibi olamayacağını tekrarlıyordum kendime. Çok da bilmiyormuşum ne demek olduğunu bu cümlenin. 1 sene sonra dönüp baktığımda 1 değil 10 yaş küçük gözüktün gözüme Esra; çok safmışsın, çok küçükmüşsün kız.


Şubat 13, 2015

Gevreye Gevreye Aşı da Olunur

Bugün aşı günü. Murat 4 aylık oldu ve karma aşıların 2. dozunu olması gerekiyor.

Ben de bunun sıkıntısı hafta başından başladı. Geçen seferki karnemize bakacak olursak;

Murat: 5 Pekiyi

Esra: 2 Zayıf

Adam doğası gereği biraz çığlık atmış biraz ağlamış, ama hemencecik susuvermişti. O öyle susunca hemen bu sefer ben ağlamıştım. Ama canı yandı diye değil.

"Canı yandı, ama hemencecik sustu; ay gönlünce ağlamadı bile oğlum yaaa" diyerekten ben üzülmüştüm onun o metin duruşundan dolayı:)

Ama o günkü kadar madara olmadım herhâlde hayatımda. Çok sert mizacım vardır efenim duvar gibiyimdir. "Erkek gibisin maşallah gıkın çıkmıyor Esra" derler ben de onlara "yerimde erkek olsa ağlardı derdim". Öylesine ağrı eşiğim yüksektir. Bunu suni sancıları zangır zangır verirken zırt pırt yanıma gelip "bu da mı acıtmıyor ya? Hadi biraz daha arttıralım" diyerek kabaran doğumhane hemşireleri de şahittir.

Ağrı eşiği ama şefkat eşiğiyle paralel çıktı. Şefkatten doldum doldum taştım, sınıfta kaldım. Ben öyle 2. ay aşılarında salya sümük çıkınca, elin 20 küsur yaşındaki ufacık hemşiresi bana gülerek ayar verdi, "Bir daha ki sefere dayanamayacaksanız babası girsin ama Esra Hanım" dedi. Ay yediremedim kendime hiç ! Baya baya madara olmuştum.

Sonra bugün oldu, 4. ay aşıları için 2. round da buluştuk. Çok motiveyim, günlerdir bugüne hazırlamışım kendimi. (Bu arada olan oğluma olacak, adam aşı olacak; ben kendim ağlamayayım diye hazırlanıyorum :) ) Bu sefer dedim babası tutsun bacağından ben baş tarafında durup ona bakayım, o da beni görsün. 1. aşıyı oldu adam farkında değil! Ağlamayı bırak, "Ana! Ne oluyor ya, bacağımı sinek mi ısırdı ki?" tarzında sorgulayan gözlerle bile bakınmadı. Hep bendeydi gözleri.

2. aşı için bu yakabilir dedi hemşire. Eli çok hafif kızın herhalde, 2.de de sanki gaz sıkıştırmış da uykusundan zamansız uyanmış gibi bir bağırdı ve bağırdığı gibi de sustu hemen Göksel kucağına alınca. Vay! köftehora bak. Büyüdü de aşılara "vız gelir tırıs gider" muamelesi yapıyor. Ben de tabii ki piyango vurmuş gibi geh geh geh geh gevriyorum.


Aşı günü böylelikle benim için korkutucu bir deneyim olmaktan çıktı galiba. Çocukken de korkmazdım, şimdi de artık korkmuyorum. Ne demişim 1 sene önce;

Çünkü ben bir süper kahramanım, içimde süper biri var demiştim. İşte o süper biri sayesinde korkularımı yendim :) O zaman kendime bol f'li bir affffferin :)

Şubat 10, 2015

Gözle görmez, kulak duymaz, kalbin sesi kısılır

Ben bu blogu yazmaya başladığımda bir sözüm vardı kendime. Dürüst yazacağım demiştim; ilk planım ilerde Murat'ın okuyacağı günlük olarak tutmaktı ve insanın oğluna samimi olmaması düşünülemezdi. 

Sonra iş değişti biraz büyüdü ama samimiyetten ödün vermedim. Hissettiğim gibi gördüğüm gibi duyduğum gibi yazdım. Bugün de öyle yazmak boynumun borcu.

Bugün şuursuz baba sendromuna değinmek istiyorum. Efenim bu babalar, sabah kalkar işe giderler akşam eve gelirler ya, heh işte o zaman zarfında evin askıda kaldığını ya da evdeki anneyle bebeğin sabahtan akşama kadar yatıp uyuduklarını sanarlar.

Benim sıkıntım şu: Biz işe dönmemiş, dönememiş ya da çalışmayan anneler, evde ne yapar ne yapmaz;onun hayatı nasıldır, insanlar tarafından niçin bilinmez. Hadi coşmayayım, insanlar demeyeyim, babalar niçin bilmez. Nasıl hülyalarda gezer koca kişisi.

Birbirini sevmişsin evlenmişsin de, çocuk yapınca hoooop şuur kaybı;) "pardon siz kimdiniz? Tanışabilir miyiz? Ay yanlız şu küçük kaka kokan kişiyi rica edeceğim içeriye götürün. Zira sizin gibi bir kadının bütün albenisini yok ediyor."

Şaka yapıyorum ama sanırım nerdeyse her bebekli evde şu diyalog yaşanmıştır. 

 Koca: "Ya bütün gün işteydim, belim koptu, biraz dinleniyim Allahını seversen" , 
Kadın: "E ben de oturmadım, bütün gün çocukla uğraştım; durmadı ki hiç" 
Koca; " Uyumadı mı çocuk? Uyudu. O ara ne yaptın? Dinlenseydin işte. Yemek de yapmamışsın. Ne yiyeceğiz? Yine mi pizza? Yine mi lahmacun ya? Ben emzirme döneminde niye kilo verilmiyormuş anladım :) "

Bu sonu gelmeyen birbirini tamımayan iki kişinin diyalogudur. Yok, tanımıyorlar hiç. Evliler, ondan önce de senelerce görüştüler, tatillere çıktılar, beraber yaşadılar belki. Ama artık birbrilerini tanımıyorlar belli ki. Bambaşka evrendeler. Birbrilerini görüyorlar, duyuyorlar ama sanırım dokunamıyorlar birbirlerinin ruhuna bir süredir. 

Aldığım duyumlara göre bu sağırlık, şuursuzluk zamanla düzeliyor ve çocuk büyüdükçe anne baba da tekrar karı koca olabiliyorlarmış. Ancak kritik dönem de zaten bu ilk sene;) İlişkiyi kurtardın kurtardın yoksa asker arkadaşı gibi çıkarlar ilk senenin tozundan dumanından. Peki bu ilk senenin garabeti neden?

Bir sebebi doğumdan ağzı burnu yamulan kadın sendromu olabilir. Geriye dönüş kolay değil tabii. Ah o eski bilekler ayaklar saçlar, nerdee? "Vakit bulacağım da maniküre gideceğim deeee, oldu" diyen kadınlarız biz. Bir diğer ağırlaştırıc faktör emzirme olabilir. Zaten hiç doymama gibi bir durum söz konusu. Seveyim derken bebeğini yiyebilirsin, o derece bir dipsiz kuyu taze anne midesi. 

Bir başka sebep de bebeğin bakımının tamamen anneye kalması ve babanın dut gibi evde akşamları takılması olabilir (evet dut yazdım, çok kibarım çünkü, teveccühünüz efenim). Tek teselli aracı meme. Evet, anne son çare. Ama neden aynı zamanda ilk çare, yedek çare, alternatif çare o anne? Yok mu onun muadili? Babanın görevi böyle bir durumda anneye lojistik destekten ibaret mi kalıyor? Baba kendini iyi mi hissediyor ? "Oh. İşten geldim, bir de yemek yapıyorum. Hangi baba yapmış ki bunu! Benim gibisi zor bulunur canım, tabi ,aferin bana! Ne süper bir insanım ben. Ben bütün gün işte mahvoluyorum, bir de eve gelip yardım ediyorum. Daha ne yapayım!" mi diyor kendi kendine?

 Ne çirkin cümle yazdım şimdi. "Babanın görevi". Görev olsun diye mi yapılıyor babalık? Bir eksiği bir fazlası yok mudur? Ya da çok mu oluyor bu anneler yahu? Herşeyi de babalardan mı bekliyorlar? 

Bilemiyorum ki. Önce bir babaların baktığı yerden bakayım diyorum. Cık, yok. Sonra kendime bakıyorum. E ben de halen sokak çocuğu gibi dolanıyorum. Ve evet, bazen yemek yapamıyorum. Ama yaptığım zamanları düşünüyorum. E ben de hiç alkışlanmadım mutfakta yemek yaparken;)

 Malesef anne de baba da bütün gün mahvoluyor,  ve karşıdakinden daha fazla yorulduğunu iddia etmeyi bırakmadıkları sürece karşıdakini duyamamaya ve ruhlarına dokunamamaya devam edecekler. Anne de baba da çok yorulur; az uyur. Ama karşındakine Kendilerini anlatmaya çalışmak yerine onu anlamaya çalışarak işe başlayabiliriz belki.  İlk olarak da şu sorudan vazgeçebiliriz;

"E sen bütün gün ne yaptın ki? "

Anne de baba da bütün gün diğerinin ne yaptığını bilmemesi zaten durumun vehametini gösterir. İşe fikir edinerek başlayalım. Baba ne yapmış? Nasıl geçmiş günü? Anne yemek yiyebilmiş mi? Tuvalete gidebilmiş mi? 

Çünkü o zaman biri diğerinden beklentilerini oluştururken insaflı ve gerçekçi olabilir. İkisi de bir isteği olmayınca sukût-u hayale uğramaz ve der ki içinden "elinden gelmiyor yardım edemiyor belki ama gönlünden geliyor canımın;)" işte o zaman hiçbir şey böyle ağır gelip kumda kayanın yaptığı gibi iz bırakmazdı akıllarda, vıdı vıdı söyletmez. 

 O zaman söyletmeyelim eşleri;)

Şubat 09, 2015

Seni de Yeneceğim Karma

Dün blogbabba'nın facebook hesabında paylaştığı bir yazı vardı, şahaneydi. Evrene açık mektup yazmış, çocukları ne güzel hasta olmuyor, maşallah derken, ertesi gün hastalanmış. O da isyan etmiş evrene, akıllı ol demiş :)

1-2 saat sonra tam açık yakaladım, Murat tok ve uyumuş, ev temiz, misafir yok, Göksel tok ve bilgisayar oyununa gömülmüş; "heh" dedim "Esra,  gün bugündür! Yazdın yazdın; yoksa Allah bilir bir daha ne zaman boşluk bulacaksın."

Oturdum bilgisayarın başına. Saf saf gidip bir de sağlıklı atıştırmalık ( Akdeniz mutfağı ya :) ) kuruyemiş ve kuru meyveler aldım Göksel'le ikimize. Sanki uzuuun saatlerimiz geçireceğiz ya baş başa bilgisayarlarımızda, kan şekerlerimiz filan düşecek, o kadar!  A ah. Açılmıyor. Normal başlatılamadı, safe mod da başlat ekranı çıkıyor. Tamam dedim bari safe mod da aç; yok geri aynı ekran. Kapattım açtım, pilini çıkarttım denedim, geri taktım denedim, esc e bastım ( e ama hep düzelirdi esc te :) ), orasına burasına üfledim ( leş gibi toz olmuş içi) , çay kaşığıyla stratejik noktalarına tıklattım. Yok arkadaş! Evrenin sıradaki kurbanı benmişim. Sen misin elalemin evrene karşı olan bu lakayıt tavrına gülen? Al sana alın yazısı, al sana karma!

Sen şimdi gönder havaya uzaya olumlamalarını hadi. Kapa gözlerini al derin nefesi burundan, eveeet ağızdan ver, çok güzeeeelll ve bütün kötülükler çıktı şimdi. Hıı hı, evet, oldu.

Tamamen düştü moral. Bir cumartesi günü rahat rahat oturup orayı burayı karıştırıp, bir yazı yazıp, türlü türlü alışveriş sitelerinden hiç satın almayacağım sepetler doldurmak kısmet değilmiş.

Bir de esas beni terörize eden düşünce sonra bastı. Ya bilgisayarın içindeki dosyalarım? Dünyanın dosyası var içinde. Benim liseden beri hard diskten hard diske taşıdığım bütün bagajım o bilgisayarda. Binlerce fotoğraf, yazılarım, lise, lisans ve yüksek lisansta yazdığım tüm ödev ve makaleler, e-kitaplarım.. vs. Pek kıymetli mal varlığım var orda. 2 gündür bunun kalp ağrısını çekmekten yazı da yazamadım.

Çok meraktayım acaba kurtarılabilecek mi bilgisayar. Bugün Göksel arkadaşına götürdü, şansımızı deneyeceğiz.

Sonra bari tabletten yazayım dedim (evimiz teknoloji çöplüğü), hooop içerden hakem maçın başlamadan bitiş düdüğünü çaldı ve ben başımı önüme eğip tıpış tıpış soyunma odasına geri döndüm.

Sonuç: Karma 1 - 0 Esra

Önümüzdeki maçlara bakacağız artık.

Şubat 06, 2015

Yemişim Organiğini Kabak !

Yaklaşık 10 gün evvel Göksel'in annesiyle babası gelirken bize yine elleri boş gelmediler sağolsunlar. Hamileliğin sonlarından beri sürekli bizim eve İstanbul'un ve Türkiye'nin değişik yörelerinden "köy" gıdaları gelmeye başladı. Efendim "köy peyniri, bir şey olmaz", "köy yumurtası bu, bol bol yiyin", ya da "köyden geldi bu barbunyalar, bir çuval ayıkladık, bittikçe gelin alın buzluktan". Herşeyin iyisine ve güzeline layıktı tabii Murat. Daha kendi barbunya kadar değildi ama barbunyanın kralını yiyordu. 

Ama bu sefer onlar da kendilerini aştı ve nasıl denk geldilerse bir şekilde bir üretici çiftçiden kocaman bir bal kabağı alıp getirdiler! Bayağı bildiğiniz bal kabağı. Kocaman. Geceyarısı saat 12 de vuran bir duvar saatimiz olsa arabaya dönüşesi gelebilir;  o kadar dev bir bal kabağı. 10 kiloya yakın bir dev.

Çok severiz tabii karı koca. Çok makbule geçti. Ama sorun şu: Biz bu dev şeyi nasıl yenebilir hale getireceğiz? Yani nasıl doğrayacağız? 

Satır gibi ağır kesici bir aletimiz olmadığını farkettik. "Şöyle keselim, yok önce buraya götürüp manav amcadan rica edelim, evde yere atsak acaba bölünebilir parçalara ayrılır mı" gibi zihni sihir fikirlerle yaklaşık 1 hafta geçti ve Göksel evdeki en kesici seramik bıçakla kesebileceğine inandı. Bu inançla fiilen kesme olayına kadar da bir 4-5 gün daha geçti.

 Çünkü zamanlamayı da düşünmek lazım. Ne zaman girişmeli? Sabah girişemez işe yetişemez. Akşam eve geldiğinde girişmesi lazım; ama o da mümkün olmuyor çünkü zaten Murat'ı günde toplam 3-4 saat görebiliyor ve bu saatleri mutfakta bir canavarla hesaplaşarak geçirmek istemiyor haklı olarak. Bunun gibi lojistik ayarlamalarla da vakit kaybetsek de sonunda Göksel'le hellalleştim  ve mutfağ gönderdim. 

"Arkamdan kapıyı kapat ve içeri ne duyarsan duy gelme" dedi, "Buradan sadece 1'imiz çıkacak; ya bu turuncu canavar ya ben". 

Sonra başladı sesler. Dann! dunn! kemik sesleri resmen! Göksel'in söylenmeleri bir taraftan :) İçerde aşağı yukarı 1 saat kaldı. O kadar yoruldu ki o gün spora gidemedi. O günlük sporunu yaptı saydık ev kurulu olarak. Sonrasında salona geldi, "Esra, karpuz dilimlerine ayırdım ama sen bunları nasıl soyacaksın ki kabuklarından? Ben 1 dilim yaptım çok zor oldu; gel bir bak" dedi. Yıkıldım. Ya "1 saattir içerdesin pat küt yıktın mutfağı, daha ancak dilimlere mi ayırdın efendi!" diyesim geldi, yuttum.

Biliyorum da meretin kabukları çok zor soyuluyor. İlk evlendiğimiz sene Göksel'in canı çekmişti. Ben de taze evliyim ya heves ettim pazara gitim kabak alacağım." kilo kabak verir misin amca?".  "Tabii" dedi, doldurdu karpuz dilimi kesilmiş kabakları kabuklarıyla, ben de aldım saf saf döndüm evime. Soymaya girişeyim dedim, tam 2 saat,4 morarmış parmak ve 2 bilek ağrısına mal oldu. Tövbe ettim bir daha kabak almaya. Sonradan öğrendim ki amca beni tokatlamış. Hem zamanımdan hem cebimden çalmış. 2 kilo kabak diye kabuklusunu bana satmış; evde doğrayınca kalmış 1 kilo bir şey (e ilk defa soyuyorum, insaf, biraz fazla derinden kesmiş olabilirim kabukları). O günden sonra her kabak alışımda pazardaki amcalara soyulmuşlardan vermelerini rica ettim. 

Bu yaşanmışlığın verdiği terörize olmuş gözlerle mutfağa doğru gittim ki ne göreyim! Hepsi bitmiş :) 

Bütün dilimler temizlenmiş tepeleme böyle tencereye dizilmiş :) Heralde mutluluğumu anlatmaya çalışsam beceremem. O kadar ki geride bıraktığı vahşetin izleri bile canımı sıkmadı. Mutfağın her tarafına yapışmış kabak parçalarını çıkartmaya çalışırken bile mutluydum.

Sonra bu kadar kabağı ne yapacağımızın telaşı sardı. Repertuar dar. Çorbasını bilirim tatlısını bir de muhallebili tatlısını bilirim o kadar. Hemen parçalara ayırıp buzluğa attık; bugün için biR parti bıraktık tatlı yapalım diye ( Akdeniz mutfağıysa Akdeniz mutfağı. Peki bu Akdenizliler tatlı da mı yemiyor yahu? :) )

Girdim araştırdım, pancake'inden smoothie'sine kadar türlü türlü alengirli kullanım biçimleri buldum. Bakalım, ziyan etmeden deneyeceğiz bir şeyler. Kalan kabukları ve çekirdekleri nasıl değerlendirsem diye araştırırken, kabukları kavurma yöntemini okudum. Lakin yapış yapış kabağın bütün çekirdeklerden tek tek temizlenmesi gerektiğini okuduğumuzda, bu işin bize göre olmadığını anladık ve üzülerek de olsa kabağın büyük bir kısmıyla vedalaştık.

 Bugün ilk sıradaki yemeği yaptık: muhallebili kabak tatlısı. Hafif (!) ve sütlü bir tatlı diye vicdanlarımızı kafaladıktan sonra her şey çok kolay ve hızlı gelişti:)

Resimin dahi çekemedim; bir anda kenarından koca bir parça eksilmişti bile:)