Emziren Anne: Kasım 2014

Kasım 25, 2014

Murat'ın doğum hikayesi

Muratım bugün 42 günlük oldu ve ben ancak yazma fırsatı yakaladım:) 13 eylül den itibaren yaşadıklarımı şimdi paylaşayım.

13 Eylül günü 39 hafta 4 günlükken çatı kontrolü için doktorumla randevum vardı.  37. Haftadan beri 1 cm açıklık ve yumuşamayan bir kanal; gelmeyen su ve dalgalar yüzünden endişem artmıştı.  Murat heralde zamanını geçirecek dedim. 3 gün önceki nstde sancı yine çıkmadı.  13 eylül pazartesi günü muayene sonrasi ilk defa doktorum ağzından sezaryen kelimesi döküldü. "Sezaryen hakkında ne düşünüyorsunuz? " diye sordu.  Zaten normalde dar olan çatım ve içe dönük olan kemik yapısı sebebiyle zor olabilecek bir normal doğum bekliyordum. Bir de üstüne "şimdiden 3800 gr. olmuş bebek. Normal doğum penceresi giderek kapanıyor.  Halen istiyorsak suni sanciyla gel başlayalım yoksa onu beklersek çok büyüyecek 1 hafta sonra normal doğum şansın kalmayacak" dedi. Bir anda başımdan aşağı bir alev dalgası indi. Yanıyorum sanki. Tabii ki günlerdir "e hadi artık gel be çocuk" diye söylenen ben; doktor gel hemen başlayalım suni sancIyla deyince aslında o gel deyişlerimde hiç de samimi olmadığımı farkettim. Yani e hadi gel diyen kadın yarın öbür gün o haftasonu için plan yapar mıydı yoksa?! Biz Göksel'le saf saf hadi gelsin diyip bir yandan da oraya gidelim şunu yiyelim diye konuşuyorduk.

  Doktor bir anda bunu söyleyince göz göze geldik ve aramızda endişe mi yoksa heyecan mi ne olduğunu hala bilemediğim tuhaf duygu akışı oldu. O da benim gibi hissediyordu; o da şok olmuştu.  Tamam dedik hemen; ama tabi şunu söylemeliyim o andan sonra yaklaşık 1 hafta şuurla verdiğimiz tek bir karar yok. Her attığımız adım,  her söylenen söz,  her alınan nefes ya bedenin kendi varlığını devam ettirmek üzere bize sormadan aldığı bir kararla gerçekleşti ya da bizim ancak ve ancak safe mod da çalışabilen mantığımızın yettiği kadarı ile alınan kararla hayata geçti :) 

Sonrasında ertesi gün sabah 8.30 da Kadıköy Acıbadem Hastanesine gitmemizi önceden konuştuğumuz üzere orda doğumhanede bizimle ilgileneceklerini suni sancı takip başlayacağımızı söyledi.  Biz de Göksel'le kuzu kuzu peki dedik; elini sıktık çıktık odadan. Ama tabi kafam o odayı çoktan terketmişti bile. Tuhaf tuhaf şeylere takılıyorum.

"Aaa yarın oğlumla tanışacağım:) , hastane çantam hazır mıydı? , ay bir annemleri arayalım, yarın anne oluyorum Murat geliyor:), insanlar gelmesin hemen istiyordum ama şimdi arkadaşlara ne yalan söylesek? , Ayıp olur mu? Yok yok olmaz ne ayıbı ya ay Murat geliyor yarın:), akşama ne yiyeceğiz evde yemek var mıydı? , aa saçıma kırmızı kurdele almadım,  aman Anne olacağım ne kurdelesi Muratla tanışacağım:)..."


Bu tilkiler beni bırakmadı bütün gün ertesi sabaha kadar. Aynıları Göksel'in de beyninde volta atıyor görebiliyorum zaman zaman birbirimize bakip gülüşümüzden. Böyle böyle sabahı ettik. İşte doğuma ojeleriyle giden şuurusuz anne adayı: 


 Sadece ailelere haber verdik ve sabah 8.30 da doğumhaneye yerleştik. Ufacık bir bölme verdiler bize içinde bir yatak bir koltuk ve nst aleti olan ve perdeyle odanın geri kalanindan ayrılan. Oda da bunun gibi 2 bölme daha vardı ve bize olayın gerçekliğini hissettiren o bölmelerden gelen nefes ve inlemeler oldu. Göksel'le yerleştik, kitaplarımızı dergilerimizi çıkarttıktan sonra hemşire geldi benim kıyafetleri değiştirdik ve nst yi bağladılar. Hemen doktorumuz geldi. Kontrol etti halen bir değişiklik yoktu dünden beri. Suni sancıyı ve fitili yerleştirdi ve gitti . Aynı gün başka hastaları da olduğu için ve açıkçası benimle orda saatlerce durmasına gerek olmadığı için.  Zaten hemşireler sürekli gelip kontrol ediyorlar, sancının ağrı yapıp yapmadığını soruyorlar. Ağrı şiddetli değildi dolayısıyla kaldırabildiğimi gördükleri için hızla arttırdılar sancı damla hızını. Sohbet ederek, dergi okuyarak müzik dinleyerek yürüyüş yaparak nefes egzersizi yaparka su gibi geçti zaman. 



Tabi bana su:) dışardakilere öyle değilmiş. Tam da bu yüzden aile arkadaş vesaire gelmemeli doğum olmadan. Yazık bekle bekle zaman geçmez onlara.  Burda gelecek için kendime not: doğurmadan söyleme!


En nihayetinde akşam 6 da halen yumuşama olmadığı için, sadece 2 cm ye ulaşabildigimiz için doktor 2 sezaryen seçeneğini sundu. Biz de ya şimdi alalım sezaryenle ya da toplanıp eve gidelim ve ileriki bir tarihi bekleyelim seçenekleri arasında gidip geldik. Ama tabi o gün oğluna kavuşmak isteğiyle evden çıkıp yenilgiyle eve dönmek istemiyor insan. Şimdi olsa beklerdim kendi zamanını ama tabi dediğim gibi verdiğimiz hiçbir kararda şuur aranmamalı. Biz de "e geldik buraya ; aileler de burda madem, sezaryene girelim bari dedik. Anlamsız bir mantık yürüttük kısaca.  Hoş ben verdim bu kararı.  
Göksel sen nasil istersen deyip topu bana attı.  Hem şuur yoksunluğundan hem de olan benim vücuduma olacağı için ve çocuğumuz için de doğru olan kararı o anda benim verebileceğime inandığı için sanırım.  Zaten ailelerin canına minnet. Onlarda bir bayram havası. En başından beri sezaryen olsa diye alttan alttan önerilerde bulunuyorlardı çünkü.

Velhasıl kelam benim ağzımdan "sezaryene devam edelim, bugün oğlumla tanışalım kelimeleri döküldüğü anda herşey çok hızlandı. Zaman hızlandı, oda hızlandı, insanlar hızlandı, duygu akışları hızlandı. Kendimi birkaç dakika içinde ameliyathanede, epidural takılmak üzere cenin pozisyonunda kıvrılmış yatarken buldum. Ilk defa çok korktum.  Epiduralden, ameliyattan, Murat'ın sağlığından, iyi anne olup olamayacağımdan. O anı yakaladım ve durdurdum. Uzun uzun düşündüm orda. Korktum önce çok dediğim gibi.  Sonra bir daha yaşayamayacağım hayatımla vedalaştım. Artık miadı dolmuş olmasından sebep o da ben de hiç içerlemedik bu duruma. Yaşananlar yetmişti ve beni daha iyisine daha da güzel bir Esra'ya uğurladı. Sonra beni bekleyen hayatımın heyecanı sardı.  Göksel'le acaba nasıl bir evliliğimiz  olacak? Anne baba olmak tüm benliğimizi mi saracak? Yoksa bir yerlerden eş vasıflarımıza tutunmayı   başarabilecek miyiz? Ve en önemlisi acaba Murat nasıl biri? Kime benziyor? Karakteri nasıl?  Elleri kollari ayakları nasıl? Beni sevecek mi?

Belimden aşağıya bir sıcaklık inmesi ile odaya, ana geri döndüm.  His var; dokunuşları hissediyorsun ama acı yok.  Çok değişik;  biraz da ürkütücü bir durumdu ne yalan söyleyeyim.  Sonra Göksel geldi içeri elimi tuttu. 5 dakika geçti geçmedi, Göksel ayaklandı, "geliyor" dedi. 

Sonra odada sevinç, sesler, kargaşa.  Saat tam 18.30 du.
Içinde bir ses arıyorum;  bir çığlık olmalı diyorum bu gürültünün içinde . Sonra duydum onu. Oğlum dünyaya seslendi, kendini tanıttı insanlığa,  annemi gördünuz mü diye sordu herhalde ki hemen yanima getirdiler.  Bakıştık, elini tuttum yanağını okşadım sustu.  Sakinledi. Hoşgeldin oğlum dedim. Hoşgeldin Murat'ım, iyi ki geldin, iyi ki doğdun:)